16 Haziran 2010 Çarşamba

Tavuskuşu ve Saçmaloji



Sevgili Umraniye Lounge takipçileri. Sizlerden bu yazının tamamen spesifik ve muhtemele bir çoğuuzun uzak olduğu bir konuya ayrılmış olmasından dolayı özür diliyorum. Ancak bunları bir şekilde dışa vurmalıydım ve bunu en rahat yapabileceğim yer de haliyle ancak Lounge olabilirdi.

Dansa olan yakınlığımı biliyorsunuz az çok. Uzun bir süredir Türkiye Dans Sporları Federasyonu'nda görev alıyorum. Hatta kuruluş aşamasında bile bulundum diyebilirim. Federasyon bünyesinde görev yapmadığım 1,5-2 senelik bir süre var. Bu da o anki yöneticilere, başkana ve daha bir çok rant peşinde koşan ve bu güzelim sporu kişisel çıkarlarına alet etmeye çalışan insana olan güvensizliğimden kaynalandı. Onlarla beraber ismimin anılmasını istemediğim için, sözkonusu yönetim seçilmeden hemen önce istifa etmiştim görevimden. Son bir senedir yine inandığım, benim gibi düşünen, idealist, bu federasyonun kurulmasında büyük emeği olan ve bu sporu kendi evlatları kadar çok önemseyen insanlarla beraber Federasyondaki görevimi yapıyordum. Kişisel yoğunluğum ve yorgunluğum sebebiyle bu göreve de bir süre ara verdim.

Bu yazının sebeplerinden ilki yukarıda ifade ettiğim gibi benim dans sporuna olan bağlılığım ve bu sporun ilerlemesi için yıllardır harcanan çabaya saygımdır. İkinci sebebi de bunun tam tersine kişisel çıkarlar peşinde koşarken, bir devlet kurumunu istila edip, buradan elde edecekleri suni güç sayesinde rant elde etmek, emekliliklerini kurtarmak gibi iğrenç hedefleri olan insanların var olmalarıdır. Evet, onlar varlar ve o yüzden yazıyorum bu yazıyı.

Bunlar öyle insanlar ki, geçen sene yapılan seçimlerde kaybedince, aynı seçimde kaybedeen bir başka tarafın, rakip oldukları ve -haklı olarak- yerden yere vurdukları eski federasyon başkanının yanına geçiverirler bir günde. Ertesi gün başlarlar seçimi kazanan yeni yönetime yüklenmeye, itiraz etmeye, saçma sapan yorumlarla ortalığı kirletmeye.

Bunlar öyle insanlar ki kendi kendilerine karar alamazlar. Ağzının içine baktıkları, seçimi kazanırlarsa kendilerini bol bol besleyecek sahiplerinin sözünden dışarı çıkamazlar. Ne kadar mantıksız şeyler yapsa da, söylese de hiç itirazları olmaz bunların. Çünkü ya bu işlerin mantıksızlığını idrak edemeyecek kadar algısız ve cahildirler, ya da yine bunları idrak edemeyecek kadar gözlerini para ve rant hırsı bürümüştür.

Bunlar öyle insanlar ki, tamamen kendi kontrolleri altında yapılan bir önceki seçimlerde bile sırf kaybettikleri için itiraz etme yüzsüzlüğünü gösterebilmişlerdir. Kendi koydukları kurallara, yönetmeliklere itiraz etmişlerdir yani.

Bunlar öyle insanlar ki, sırf seçimi kazanabilmek için naylon kulüpler üretirler ülkenin dört bir yanında. Tekvando okulunu dans kulübü diye gösterirler. Bilardo salonundan dans okulu yaparlar. Tüm bunlar olurken kendi yönettikleri okulları nedense kulüp haline getirip kendi yönettikleri federasyona bile bağlamazlar!

Bunlar öyle insanlar ki, yepyeni işler yapan, bu sporun gelişiminde bugüne kadar atılmış en önemli adımları yaratan, ciddi, kurallara bağlı ve kimseyi kayırmayan, taviz vermeyen, bu yönüyle herkesin saygısını kazanmış bir yönetimi "düşürmek" için ellerinden geleni yaparlar. Sorarsanız derdiniz nedir diye, "biz tüm dans camiasının sesine kulak veriyoruz" diyecek kadar da pasaklııdırlar, kulaklarını temizlemekten acizdirler.

Bunlar öyle insanlar ki, federasyonu seçime götürmek için bin bir türlü oyun oynayıp, federasyonun GSGM'yle arasını bozup, ödenek almasını engellerler. O çok kulak verdikleri dans camiasına daha iyi organizasyonlar yapılsın diye kullanılacak devlet ödeneklerinin önüne geçerler bir başka deyişle.

Bunlar öyle insanlar ki, önce Genel Kurul'a zorlarlar federasyonu, sonra genel kurul kararı çıkınca listeleri beğenmezler. Kendileri kulüp değilken, şu camiaya bir tane sporcu bile kazandırmamışken, bunca kulüp bir yıl boyunca yüzlerle sporcuyla ülkenin dört bir yanında tüm Lig yarışmalarına katılırken, kendilerinin oy hakkı almasını, sporcu yetiştiren onca değerli kulübün oy haklarını ortadan kaldırma pahasına talep edebilirler. Bu kadar da düşünürler dans sporunun ülkemizdeki gelişimini, sağolsunlar.(!).

Bunlar öyle insanlar ki, sporcu yetiştiren kulüplerin oy hakkı ortadan kalkınca, yani kendi istedikleri genel kurul listeleri bir şekilde kabul edilince, bayram ederler. Ne amaçla yıllardır çalıştığını bir türlü anlamadığım, neye yaradığını, kimin kullandığını bir türlü çözemediğim "saçmaloji"den başka bir şeye benzemeyen bir internet sitesi üzerinden "çalışkan" hareketlerle suni gündemler yaratmaya çalışırlar. Nedense bu internet sitesinin "çalışkan" yöneticileri bir tane bile lig yarışmasına gelip oradaki yüzlerce dansçıyı haber yapmamıştır bir buçuk sene boyunca. Bulgaristan'a gidip gerçek bir yareışmada derece alan şampiyon çiftlerle bir röpörtaj bile yapılmamıştır bu internet sitesinde. E tabi, ne de olsa bu şampiyon sporcuları mevcut federasyon yönetimi, öncekilerin yaptığı gibi piyon yerine koymamış ve kariyerlerini tehlikeye atmak pahasına yalan haberlerle havaalanlarında gazetelere malzeme yapmamıştır. İşlerine gelmediği için bu bütün dans camiasının (!) yakından takip ettiği internet sitesi de görmezden gelmiştir bu büyük başarıyı elbette.

PS: (Lütfen önceki senelerde gerçekleştiğini söylediğim bu saçma sapan olaya istemeden alet edilmiş olan çok sevgili dostlarım bunu okuyorlarsa alınmasınlar. Kendilerinin hiçbir kabahati olmadığını o zaman da söylemiştim, hala aynı şeyi savunuyorum. Sözüm size değil, biliyorsunuz.)

Bunlar öyle insanlar ki, genel kurul tamamen kendi istedikleri listelerle yapılmasına rağmen, yine kaybedince hazmedemezler. Yine başlarlar kendi oyunları üzerinden, kendi yaptıkları, hazırladıkları düzene itiraz etmeye. Spordan, spor yöneticiliğinden, spor iletişiminden, spor hukukundan zerre kadar anlamayan insanlar bunlar, yapacak bir şey yok tabi. İtiraz edip duracaklar.

Aslında çok temel bir sebebi var tüm bunların. O da şu:

Onların dans dedikleri 20 sene öncesinde televizyonda pazar şovlarında 10 Rus kızın arasında tek erkek çıkıp tavuskuşu gibi bir o yana bir bu yana sallanmak ne de olsa. Oysa bu federasyon sporla alakalı , dans sporuyla alakalı. Dans sporunu da insanlar yapıyor, ne tavuskuşları ne de bu yukarıdaki işleri yapma yüzsüzlüğünü gösteren insan suretleri.

Bırakın da şu memlekete en yeni federasyonuyla bu kadar kısa sürede bunca yol katetmişken bu çizgide devam etsin. Bırakın da bu işleri bilenler, anlayanlar ve her şeyden önce GÖNÜLDEN SEVENLER yapsın. Bırakın da bari şu güzelim sporun içine rant karışmasın. Mıncıkladığınız yeter, çekilin köşenize, oturun izleyin keyif alamya çalışın, becerebilirseniz tabi. Bırakın bu federasyon işlerini kendi ticaretinizle uğraşın, emin olun daha çok para kazanacaksınız; biliyorum başka türlü vazgeçmezsiniz, peşini bırakmazsınız yoksa.

12 Haziran 2010 Cumartesi

Ramos Şokta!



Anlaşılan o ki, Schuster hamlesini gizli tutarak tüm Türkiye'ye -anlamsız- bir çalım atan Beşiktaş yönetimi sadece bizleri değil Avrupa'yı da şaşırtmış. Son olarak Juande Ramos konu hakkında görüşlerini belirtmiş. Ciddi ciddi veryansın etmiş 2 UEFA Kupası sahibi tecrübeli teknik adam. Ne de olsa o da Beşiktaş'lı yöneticilerle masaya oturduğu sırada Beşiktaş'ın aslında Schuster'le çoktan anlaşmış olduğunu bilmiyordu. Sadece görüşmenin yapıldığı otelin kapısındaki muhabirlere malzeme olup, Türkiye'de basını ve taraftarları yanıltmak için yapılan bir toplantıya gittiğinden haberi yoktu. Ramos, ertesi gün tüm bunları öğrenince çok şaşırmış ve kariyeri boyunca böyle bir olayla karşılaşmadığını belirtmiş.

Beşiktaş'ı Avrupa'nın önemli kulüplerinden biri olarak gördüğünü ifade etmiş Ramos ve bu yüzden yöneticilerinin bu denli anlamsızca hareket etmesine ve kendisi gibi kariyerli bir teknik adamı figüran yerine koymasına şaşırdığını söylemiş.

(Haber: http://www.milliyet.com.tr/-figuran-gibi-kullandilar-/spor/haberdetay/12.06.2010/1249935/default.htm)

Şimdi bu haberden ve Ramos'un ifadelerinden Beşiktaş yöneticilerinin anlayacakları ve altını çizip çizip medyaya ve taraftarlarına sunacakları mesaj nedir, ona bir bakalım:

Muhtemel Demiröen Yaklaşımı:

"Beşiktaş Avrupa'nın önemli kulüplerinden biridir, bunu Juande Ramos gibi önemli bir teknik adam da kabul etmiştir" 

 Bir de Avrupa'nın ve orada görev yapan futbolcuların, teknik adamların ve kulüplerin aldıkları mesaj ve bunun sonuçları ne olacak, bunu da inceleyelim kısaca.

"Beşiktaş'ın bir teknik direktörü veya futbolcuyu görüşmeye davet etmesi o kişiyle anlaşmak ve çalışmak istidiğini göstermez. Mutlaka arkasında başka bir iş vardır, o yüzden ciddiye almayınız bu kulübü."

Beşiktaş'ın bu borsaya görüşme bildirimleri ve bundan kaynaklanan Ramos-Schuster mevzuu gibi anlamsız durumlardan bir an önce kurtulması gerekiyor kanımca. Ama tabi önce başına "Bela-Ören"den kurtulması gerekiyor, yoksa bir şeyin düzeleceği yok Beşiktaş'ta.

11 Haziran 2010 Cuma

Stoch ve Etik

Alıştığımız gibi sezonun bitmesiyle beraber transfer hareketliliği ve dedikoduları hızlı bir şekilde başladı. Fenerbahçe'nin Krasiç takibi, Beşiktaş'ın Queresma çılgınlığı derken en mantıklı ve anlamlı transfer haberi Galatasaray'dan geldi. Fenerbahçe'nin Avrupa Ligi'ndeki rakiplerinden, Hollanda'nın Bursaspor kıvamındaki şampiyonu Twente'nin en önemli iki oyuncusundan birini istiyordu Galatasaray; Miroslav Stoch. Fenerbahçe'ye karşı oynadığı karşılaşmaların birini canlı birini de televizyondan izledikten sonra Stoch'un çabukluğuna ve topla kurabildiği son derece anlayışlı ve nazik ilişkiye hayran olmuştum. O sıralar aslında Chelsea'de oynadığından ve Twente'ye kiralık geldiğinden haberim yoktu tabi. Dediğim gibi transfer gündeminin en ciddi ve mantıklı hamlesi Galatasaray ve Stoch ilişkisi gibi gözüküyordu bir kaç gün öncesine kadar ve ben içimden "helal olsun, çok iyi adam alıyorlar" diye hayıflanıyordum. Ta ki dün akşam üzeri Cenk beni arayıp "abi ne biçim takımsınız ya. 2 aydır almaya uğraştığımız adamı 6 saatte aldınız, bravo. Biliyorum bak sabah 11'de tarifeli uçak var burdan Londra'ya, ona binmiştir sizinkiler, al işte bak saat 17:00, tam 6 saat." diyene kadar.

Duyar duymaz Fenerbahçe resmi sitesinden olayı doğruladım ve hemen haberleri takip etmeye başladım. Tabi bu haberler arasında en çok beklenen ve dikkat çeken Adnan Polat'ın açıklamaları oldu. Sayın Polat -hiç sanmıyorum ama- umuyorum ki bu açıklamaları heyecan ve sinirin etkisiyle yapmıştır.Zira bunlar "Yönetici nasıl olmamalıdır, neler söylememelidir" sorusuna çok güzel cevap olabilecek sözlerdir. Buyrun bir inceleyelim Adnan Polat'ın söylediklerini ve gereken yerlerde madalyonu çevirip bir de diğer tarafına bakalım hep beraber:

- Fenerbahçe'nin büyük kulüpler arasındaki "centilmenlik anlaşmasına" uygun hareket etmediğini, bunu bozduğu belirtiyor Sayın Polat.

Şahsen benim hatırladığım bu tip bir centilmenlik anlaşması var. Evet, var. O zamanlar Süleyman Seba Beşiktaş, Alp Yalman Galatasaray, Metin Aşık da Fenerbahçe'nin başkanlarıydı yanılmıyorsam. Meşhur Tanju ve Hasan Vezir kaçırmalarından bir süre sonra bir araya gelip basına poz vermişlerdi ve "bundan sonra birbrimizin futbolcularını kaçırmak yok" tadında bir şeyler söylemişlerdi, güler yüzlerle. Sayın Polat bu anlaşmaya gönderme yapıyor olabilir elbette ama biraz eski sanki... Pek de ihtimal vermiyorum o yüzden buna. O zaman Sayın Polat'ın etik değerlerden bahsettiğini söyleyebiliriz sanırım. Etik çerçevesinde incelediğimizde de olayda pek bir eksiklik göremiyorum ben gerçi. En kaba haliyle baktığınızda iki profesyonel kulüp bir profesyonel futbolcuya talip olmuş ve kulübüne bonservis tekliflerinde bulunmuş. Bunlardan biri kulübün talep ettiği bonservisi 2 aydır uğraşmasına rağmen aşağı çekememiş, buna mukabil kendi teklifini de yukarı çıkarmamış, öyle bekliyor askıda. Diğeri de gidip "ne istiyorsunuz kardeşim bu adam için, söyleyin verelim" prensibiyle yaklaşmış, petrol zengini Arap Şeyhi edasyıla. E haliyle futbolcunun haklarına sahip olan kulüp de bu ikinci teklifi kabul etmiş. Bunda etik olmayan bir durum yok...

Elbette farkındayım, bu biraz salağa yatmak oluyor. Her ne kadar zaten Sayın Polat söyledikleriyle bizleri biraz "salak" yerine koyuyor olsa da biz yine yatmayalım salağa, adam gibi analiz edelim. Fenerbahçe ve Galatasaray'ın arasındaki rekabet, dostluk, vesaire sebebiyle bu duruma daha farklı ve hassas yaklaşılmalıydı diyor Sayın Polat kendince. Bence tam tersi.... Galatasaray ve Fenerbahçe çok ciddi iki rakip ve üstelik her hareketleri birbirini etkileyen son derece yakın iki rakip. Siz hiç Barcelona'nın sırf Real Madrid de aynı adamı istiyor diye o adamın peşinden koşmayı bıraktığını gördünüz mü? Ya da Alex Ferguson sizce "aa bunu Chelsea de istiyormuş, boşver o zaman almayalım" demiş midir mesela vaktinde Rio Ferdinand için? Pek sanmıyorum.... Gidip soralım diyeceğim ama Sir Alex madara eder bizi alaycı cevaplarıyla diye korkuyorum. :)

Adnan Polat'ın da buna benzer realist ve güç arttırımına yönelik kararları yönettiği şirket için her gün defalarca aldığına eminim. Yoksa zaten Sayın Polat'ı muhtemelen bu denli başarılı ve paralı bir iş adamı olarak tanımamış olurduk. Kaldı ki artık iyice globalleşen futbol dünyasında -bunca yoğun fikstürlü Avrupa kupası varken- Fenerbahçe ve Galatasaray'ın aynı futbolcu peşinde koşmasıyla, Galatasaray ve atıyorum PSG'nin ayn adamın peşinde olması arasında pek de bir fark yoktur, realist bakış açısıyla.


- Yurt içinde rakiplerinin ilgilendiği oyunculara teklif götürmeme nezaketini Galatasaray'ın bugüne dek hep gösterdiğini söylemiş Sayın Adnan Polat.

Doğrudur, bilemeyiz ama doğru kabul ediyoruz. Neticede Galatasaray Spor Kulübü Başkanı söylüyor bunu birinci ağızdan. Lakin Galatasaray'ın daha geçtiğimiz sezon Ali Turan olayında yaşadığı durumun bir benzeri değil midir bu? Hatta bence çok daha naif bir olaydır Stoch hadisesi. Galatasaray nasıl transfer etti Ali Turan'ı? UEFA'nın tüm kulüplere tanıdığı bir haktan istifade ederek. Sözleşmesi 6 ay içerisinde sona erecek futbolcularla görüşmek için kulüplerin o futbolcunun halen sözleşmeli olduğu kulüpten izin almaları gerekmiyor, direkt futbolcuyla irtibat kurabiliyorlar. Kayserispor çok itiraz etti bu duruma, kamuoyunu etkilemeye çalıştı ancak nafile. Galatasaray olmasa bir başkası konuşabilirdi Ali Turan'la. O zaman siz o noktaya getirmeyeceksiniz işi. Son 6 aya girmeden anlaşacaksınız futbolcunuzla. Anlaşamıyorsanız da kusuruna bakmayacaksınız anlaşabilenlerin. Galatasaray Ali Turan olayında bu sebeple haklıdır, tamamen UEFA'nın talimatları doğrultusunda hareket etmiştir. En azından biz öyle gördük, biliyoruz. Fenerbahçe'nin de Stoch transferinde UEFA'nın belirlediği çizgilerin dışına çıktığını söyleyemeyiz herhalde. O zaman buna da itiraz etmesi biraz abes olmuş Sayın Polat'ın. Ayrıca Mehmet Topuz transferinde Beşiktaş, Galatasaray ve Fenerbahçe'nin nasıl birbirine girdiğini de çok iyi hatırlıyoruz. Okan Koç Dardanelspor'dayken ve sonra Gençlerbirliği'ne geçtiğinde benzer transfer rekabetleri yaşanmıştı. Demek ki tüm takımlar belirli, dönem itibariyle kalbur üstü gözüken futbolcuların peşine aynı anda düşebiliyormuş ve buna Galatasaray'da dahilmiş.

- Fenerbahçe Stoch'u bizim önerdiğimizin iki katı bonservis ödeyerek aldı, buyurmuş Sayın Polat.

Canım parası var adamların demek ki, saçıyorlar kime ne! Güiza'nın iki senede attığı 20'den az, kaçırdığı 120'den fazla gole 14 milyon Euro ödemiş Fenerbahçe, Stoch'a vermiş 7 milyon, çok mu!? "Paramız yoktu, Chelsea'nin istediği bonservisi veremedik, o yüzden de alamadık" cümlesi saklı aslında bu ifadenin altında. Ama işte öyle denir mi, denmez! O zaman döner dolaşır bomba yine yönetime patlar çünkü. Galatasaray yönetimi istediği oyuncuyu alamamıştır ey ahali, çünkü parayı denkleştirememiştir ve bunun tek suçlusu da Fenerbahçe'dir. Tü kaka, Fenerbahçe, amma da çok parası var yahu... Geçen gün hatırlamaya çalıştım da bulamadım, psikolojide bir adı var bu durumun. Hatalı bir hareket üzerine toplumun suçlamalarından çekinen insanların, suçu başkalarına atıp hedef şaşırtma çalışmalarına verilen bir isim... Neyse, hatırlayamadım yine. Kısaca "milleti yanıltmaya çalışma, hedef gösterme" falan diyelim biz en iyisi ve geçelim.

- Biz de zamanı gelince bir şeyler yaparız illa ki, diyerek misilleme sinyali vermiş Sayın Polat.

İşte tamamen Galatasaray taraftarının tepkisini azaltmaya yönelik, populist bir mesaj. Bir kere misilleme yapacak adam, kurum, her neyse, bunun haberini önceden vermez. Verirse önlem alınır, o misilleme de yapılamaz, misil elde patlayıverir mazallah. İkincisi, diyelim ki gerçekten misilleme yapmaya karar verdi Galatasaray. Örneğin Fenerbahçe'nin talip olduğu bilinen bir diğer isim Krasiç'e teklifte bulunup fiyat yükseltti. Fenerbahçe bu blöfü pek görmez gibi geliyor bana. Transfer işleri pokere çok benziyor. Rakibinizin önündeki çiplere bakıp elinde tuttuğu kartları değil ama aslında sahip olduğu gücü ve size oluşturduğu tehdidi ölçme şansınız var. Stoch olayıyla beraber Galatasaray'ın önünde kendisine nazaran ne kadar az çip olduğunu görmüş oldu Fenerbahçe. Dolayısıyla bu tip bir fiyat arttırımından a) çekinmez, b) Galatasaray saçma sapan derecede yüksek bir rakam öne sürerse Fenerbahçe çekilir. Çekilirse Galatsaray o parayı ödeyebilir mi? Sanmıyorum... Niye mi? Dün akşam üzeri itibariyle gördük ki 2 ay peşinden koşacak kadar çok istediği bir oyuncu için bile 3 milyon Euro daha ödemedi Galatsaray, üstelik Fenerbahçe'ye kaptıracağını bile bile. Eh o zaman, bana kalırsa bu misil fena halde elde patlamaya müsaittir, aman dikkat nükleer başlıklı olmasın.


Sözün özü şu ki, Galatasaray yapılan tüm sponsorluk anlaşmalarına, yeni stada rağmen halen maddi sıkıntılar yaşamaktadır. Bu da normaldir, gocunacak bir durum değildir. Umuyorum ki yeni stadın dolmaya başlamasıyla ve belki de bir kaç oyuncunun (belki sadece Arda'nın) transfer edilmesiyle elde edilecek gelirle beraber bu maddi sıkıntılar çözülecektir. Lakin bu süreçte taraftarı oyalamak ve uyutmak için parayı denkleştiremedi diye transfer edilemeyen bir oyuncuyu parayı bastırıp alan bir kulüp hakkında gereksiz popülist söylemlerde bulunmak fayda değil sadece zarar getirir. Kaldı ki bu söylemler ne Galatasraray, ne Fenerbahçe, ne Beşiktaş, ne Trabzon ne de Bursaspor'a yakışır. (Hepsini sayayım da laf olmasın sonra). Bana kalsa, hiçbir kulübe, Feriköyspor'a bile yakışmaz da, fazla idealist bir düşünce oluyor bu, o yüzden yüksek sesle söylemiyorum....

Saygılar.