Hobiden Spora Uzanan Yol
Bölüm 1:
Günümüz ve Gelecek
Günümüz ve Gelecek
Önsöz:
Konuya girmeden önce
şunu net bir şekilde ifade etmek isterim ki, bu yazı ve buradaki görüşler
tamamen sosyal danslarla (salsa, tango vb.) yarışmalar kapsamında ilgilenen, işin
eğlence ya da kültürel boyutundan ziyade spor tarafına eğilen kişilere hitaben
kaleme alınmıştır. Önceki tecrübelerime dayanarak, konuyla ilgisiz tartışmalar
oluşmasını engellemek adına bunu belirtmek istedim. Eğer salsa veya tango
yarışmalarıyla ilgilenmiyorsanız, bu dansların yarışmalarına karşıysanız, bu
dansların “sporlaştırılmasına” ya da kurallarla kısıtlanmasına itirazınız
varsa, buradaki görüşler pek de size hitap etmiyor demektir. Bunu baştan ifade
ederek buradaki görüşlerle ilgili tartışmaların “salsadan spor olmaz, salsa bir
kültürdür, salsayı (veya tangoyu) önce anlamak, yaşamak lazım” boyutuna
çekilmeden devam etmesini umuyorum.
Giriş
2006’da Türkiye Dans Sporu Federasyonu adıyla kurulan TDSF,
2007’de -şu an ikinci faaliyet döneminde bulunan Tolgahan Çinkitaş yönetimi
tarafından sosyal latin, Arjantin tango ve diğer branşların da katılımıyla
dünyanın ilk “çoğul isimli” (Türkiye Dans SporLARI Federasyonu) ulusal dans sporu federasyonu haline gelmiştir.
Her ne kadar salsanın ne derece “spor” olduğu, branşın federasyon kapsamına ilk
alındığı günden beri sorgulansa da, bu branşta yarışan sporcu ve kulüp sayısı
gün geçtikçe artış göstermiştir. Bu rakam 17 Mart 2012’de Ankara’da düzenlenen
3. Ayak Kulüplerarası Şampiyonası’nda 280 çifti geçmiştir. IDSF –yeni adıyla WDSF- tarafından geçtiğimiz
sene genel kurulda alınan ve salsanın da International Latin & Standart
gibi “kurallaştırılmasına” yönelik kararı da göz önüne aldığımızda, yakın
gelecekte salsaya “spordur” denmesini engelleyecek en önemli faktörlerin
ortadan kalkacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu faktörlerin başında,
figürlerin, hareketlerin evrensel bir şekilde tanımlanması, bir şablona
oturtulması ve değerlendirmelerin buna göre, sübjektiviteyi mümkün olduğunca
düşürerek yapılması gelmektedir. İyi ama bu son yarışmada gördüğümüz 280 çift,
“sportif salsadaki” bu değişikliğe hazır mı? Bu değişiklik neticesinde nasıl
bir tablo oluşacak? Bizim dansçılarımız
bu değişime nasıl adapte olmalı? Hobi olarak dans ederken bir anda kendini
yarışma ortamında bulan dansçıların yaşadıkları sorunlar nelerdir? Sporcuların,
kulüplerin, antrenörlerin, hakemlerin, velilerin ve hatta federasyonun
sorumlulukları, beklentileri neler olmalıdır?
Sevgili Orkun Dökmeci ve Kıvanç Gür’ün de bulunduğu ekibimizle uzun yıllardır gerek dans sporu gerekse salsa branşlarında organize ettiğimiz yarışmalar sebebiyle, sporcu sayısı ve kalitesindeki oynamaları yakinen izleme fırsatımız oluyor. Üstelik bu sporcularla hakemlerin ve seyircilerin görmedikleri noktalarda, mesela kuliste, sporcu girişinde, aralarda yemek yerken, sigara içerken (!) birlikte vakit geçirdiğimizden belki de herkesten daha farklı bir gözle izleme şansı buluyoruz sporcuları. Tüm bunlara dayanarak, yukarıda sorduğumuz soruların yanıtlarını vermeye çalışacağım.
Sevgili Orkun Dökmeci ve Kıvanç Gür’ün de bulunduğu ekibimizle uzun yıllardır gerek dans sporu gerekse salsa branşlarında organize ettiğimiz yarışmalar sebebiyle, sporcu sayısı ve kalitesindeki oynamaları yakinen izleme fırsatımız oluyor. Üstelik bu sporcularla hakemlerin ve seyircilerin görmedikleri noktalarda, mesela kuliste, sporcu girişinde, aralarda yemek yerken, sigara içerken (!) birlikte vakit geçirdiğimizden belki de herkesten daha farklı bir gözle izleme şansı buluyoruz sporcuları. Tüm bunlara dayanarak, yukarıda sorduğumuz soruların yanıtlarını vermeye çalışacağım.
Dansa Farklı Bakış Açıları:
Öncelikle burada salsa ibaresini kullanırken tam olarak neyi
kastettiğimizi ifade etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Herkesin “salsa” olarak
gördüğü dansa ve salsa kelimesine yüklediği anlam değişiyor. Tartışmayı aynı
düzlemde devam ettirebilmek için öncelikle bu noktada senkronu sağlamak
gerekiyor. Burada bahsi geçen “salsa” bir sokak dansı değildir. Kökleri oraya
dayansa da, kurallaştırılmış bir danstan dolayısıyla bir spor branşından
bahsediyoruz esasında. Bu sebeple “salsada kurala yer yoktur; falanca hareketin
her ülkede farklı yorumlanan versiyonları vardır; olay aslında müziktir, salsa
asla sadece bir dans değil, bir yaşam biçimidir” gibi ifadelere maalesef bu
konu kapsamında yer veremiyoruz. Bunları geçerli birer argüman olarak da kabul
edemiyoruz. Bu bambaşka bir tartışma konusu olan “salsa sizce kurallara
bürünmeli midir, yarışması yapılmalı mıdır, bir spor branşı olarak
değerlendirilmeli midir” sorularına cevaben kullanılabilecek argümanlara dahil
olabilir. Bu yazı kapsamında ise tüm bunların cevaplarının “evet” olarak
cevaplandığı bir dünyayı baz alarak, olaya daha ileri bir noktadan bakıyoruz.
Burada bahsettiğimiz salsa, bir spor dalıdır. Bir piramit
düşünün (bkz. Şekil 1). Bu piramit 5 bölümden oluşsun. En altta bir sporun var
olabilmesi için gereken ilk unsur olan sporcular yer alır. Sporcuların
oluşmasını takiben, bir süre sonra yarışmalar, yarışmaların daha kapsamlı hale
gelmesiyle beraber de kulüpler oluşur. Piramitte ikinci katta bu kulüpler yer
alır. Kulüpler zamanla bir araya gelerek kendilerini toplu halde temsil edecek
daha güçlü bir yapı arayışına girerler. Bu sürecin sonunda da ulusal
federasyonlar meydana gelir. Futbolda Türkiye Futbol Federasyonu (farklı bir
çerçeve statüye sahip olmasına rağmen sayabiliriz), basketbolda Türkiye
Basketbol Federasyonu ne ise dans sporu için Türkiye Dans Sporları Federasyonu
da odur. Piramitte bir üst kata çıktığımızda bu kez tüm ulusal federasyonların
ilgili branş dahilinde birleştiği ve uluslararası müsabakaların, kuralların
yönetildiği, Uluslararası Federasyonlarla karşılaşırız. Tıpkı futbolda FIFA,
basketbolda FIBA olduğu gibi dans sporu için de ilgili uluslararası federasyon
IDSF ya da yeni adıyla WDSF’dir. (Bir önemli not; UEFA sanılanın aksine bir
“uluslararası federasyon” değil, bir konfederasyon, yani “kıta federasyonudur”
ve FIFA’ya bağlıdır). Piramidin tepesinde ise IOC, yani Uluslararası Olimpiyat
Komitesi bulunmaktadır. Tüm Uluslararası spor federasyonları IOC’ye bağlı değildir. Sadece resmi olarak IOC’ye
üye olan uluslararası federasyonların temsil ettikleri spor branşları olimpiyatlarda
yer alabilir. Dans sporu da –her ne kadar bugüne dek olimpiyatlarda görmemiş
olsak da- WDSF tarafından IOC kapsamında temsil edilmektedir.
Şekil – 1
Geçtiğimiz seneye kadar salsa dendiğinde tüm bu bilgileri
paylaşmak son derece anlamsız ve hatta yersiz olurdu. Ancak 2 sene önce
gerçekleşen ve TDSF’yi temsilen Gazi Umdu ve Fatih Osmançelebioğlu’nun
katıldığı WDSF Genel Kurulu’nda oy birliğiyle alınan kararla, salsa da resmi branşlar
arasına alınmış ve yakın gelecekte WDSF tarafından yarışmalarının
düzenlenmesine karar verilmiştir. Dolayısıyla artık salsa da bir spor branşı
olarak WDSF kurallarıyla birlikte anılabilir duruma gelecektir, diyebiliriz.
Bunun neticesinde karşımıza çıkan manzarayı iyi incelemek
gerekiyor. Salsa, sosyal olarak kuralsızlığın, özgürlüğün, kendini ifade
etmenin dansı olarak görülüyor. Bu aslında tüm danslar için geçerli bir durum. Branş gözetmeksizin, tüm danslar aslında aynı
mantıkla, “kendini ifade etme” ihtiyacıyla oluşmuştur. Ancak spor bünyesine
geçtiğinde dansın matematiğe dökülmesi, değerlendirme yapabilmek için belli
standartların, kuralların ve kısıtlamaların getirilme gerekliliği sebebiyle
dansların oluşmasını sağlayan bu unsurlar gözden kaybolmaktadır. Kabul etmeliyiz ki bu durum aslında sürecin
doğal bir parçasıdır ve özellikle salsa branşında yarışmakta olan sporcular
adına ciddi bir adaptasyon sorunu olarak gündeme gelmektedir.
WDSF’in salsa
yarışmaları düzenlemesiyle oluşacak sporcu profili ve yarışma formatı:
1. Öncelikle
International Latin & Standart danslarda olduğu gibi, her yıl güncellenen
ve “syllabus” (müfredat) dahilindeki tüm figürlerin detaylı, matematiksel bir
şekilde tarif edildiği kurallar oluşturulacaktır. Böylece bir sporun “spor branşı” olabilmesi ve belli standartlarda
yarışmalarının yapılabilmesi için gereken minimum öznellik içeren değerlendirme
kriterinin yakalanması mümkün olacaktır.
2. Bu
kural kitabına göre antrenör ve hakem eğitimleri, seminerleri açılacaktır. Sporcular da gerek tekniklerini, gerekse
koreografilerini bu kurallara göre güncelleyecektir.
3. Yarışma
kurallarının katılaşması ve International Latin branşıyla benzerlikler
göstermesi sebebiyle, WDSF kapsamında Int’l Latin alanında yarışmakta olan
fakat tam olarak hedeflediği noktaya gelememiş
bir çok sporcu ve çift WDSF-Salsa yarışmalarına geçiş yapacaktır. Bu durum öncelikle
yurt dışında başlayacaktır. Etkileri Türkiye’ye bir süre sonra yansıyacaktır.
4. Mevcut
salsa sporcularına göre daha uzun ve profesyonel bir spor ve dans geçmişleri
olması (Latin Amerikan branşında dansa başlama yaş ortalaması 7; salsa
sporcularında 20 civarındadır) kondisyon, hız, koordinasyon ve teknik olarak
daha iyi derecede olmaları sebebiyle salsa alanında hızlı bir şekilde tepeye
tırmanabileceklerini düşünen 25 yaş üzeri eski Latin Amerikan sporcuları salsa yarışmalarında
çok daha başarılı olacaklardır.
5. Eskiden
(yani aslında bugünlerde) kullanılmakta olan, yumuşak, dairesel dans stilleri
ve koreografiler yerini daha fazla
fiziksel özelliğe ihtiyaç duyulan seri, net ve keskin danslara bırakacaktır.
6. Bu
yeni stile ayak uydurabilen az sayıda “eski” sporcu olacaktır. Bunlar da bir şekilde vaktinde Latin
Amerikan eğitimi almış sporcular olacaktır. Halen yarışmakta olan sporcular
arasında gerçekten fark yaratabilen sporcuların Latin Amerikan kökenli (Nur
& Şenol) ya da benzer bir disiplin olan cimnastikten salsaya geçmiş (Yağız
Bankoğlu’nun partneri Melisa) olmaları buna örnek olarak gösterebilir. Şu anki son derece öznel kurallar ve
değerlendirmelerle bile bu fark derecelere yansıyabiliyorsa, yeni kurallar ve
stiller oturduktan sonra Nur, Şenol ve Melisa özelliğindeki sporcuların salsa
branşına damga vurmaları kaçınılmazdır.
SONUÇ:
Yakın gelecekte yaşanması muhtemel tüm bu
değişimlere hızlı şekilde adapte olabilmek amacıyla salsa branşında yarışmakta
olan sporcuların antrenmanlarında, çalışma şekillerinde, kişisel gelişimlerinde,
en önemlisi de dansa bakış açılarında ve zihniyetlerinde ciddi değişiklikler
yapmaları gerekmektedir. Bu değişiklikler de kulüpler ve antrenörlerden
başlamalıdır. Dilerseniz sporcu, kulüp ve antrenörler açısından şu anki durumu
ele alarak başlayalım ve daha sonra nelerin değişmesi gerektiğine değinelim.
1.
Kulüpler sporcu sayısını arttırmaya yönelik
olarak göreceli olarak “iyi” dans eden sosyal sınıf öğrencilerini yarışmalara
sokmaktadır. Ancak bu süreçte sosyal dansçıdan, sporculuğa geçiş anlamında bu sporculara
düzgün ve kapsamlı bir eğitim verilmemektedir. Dolayısıyla bu çiftler aslında üzerlerindeki “sosyal dansçı” etiketini
bir kenara bırakıp tam anlamıyla spor zihniyetine bürünemeden kendilerini
yarışmalarda bulmaktadır. Bu yüzden – ve kolaylık olması amacıyla- bundan
böyle bu çiftleri “sosyal sporcu”
olarak anacağız.
2.
Sosyal sporcu, kendisine kriterlerin genellikle sadece
boy ve kilo olarak belirlenmesini takiben, uygun bir partner bularak ve kulübün yine para karşılığı verdiği özel
derslere girerek koreografi sahibi olur. Kulüp bir “yarışmacı sınıfı”
açtıysa, bu derslere de girer ve yine bu dersler için de sporcu cebinden ödeme yapar.
3.
Kulüplerarası yarışmalarda kulübü temsil etmeye
başlayan “sosyal sporcu” kostüm, şehir dışındaki bir yarışma için ulaşım ve
konaklama masraflarını kendisi karşılar.
4.
Mevcut salsa yarışma formatı çerçevesinde sosyal
sporcu kendi klasmanının ilk turunda yaklaşık
2 dakika boyunca dans eder. Bu noktada Ankara’da düzenlenen Kulüplerarası
yarışmada D – klasmanda 98 çift olduğunu ve ilk tur neticesinde bu çiftlerin
neredeyse yarısının elendiğini düşünürsek 50’ye yakın çift sadece 2 dakikalık
bir performans –ve dolaylı kişisel tatmin- için yol, konaklama, kostüm,
ayakkabı ve yarışma giriş ücreti ödemektedir. Kulüp ise bu sporcuların yarışmaya katılması sebebiyle ekstra puanlar ve
hatta TDSF Genel Kurulu’nda temsil hakkı elde etmektedir. Sporcuların kulüpler
için müşteri ve pazarlama anlamına geldiğini de eklemekte fayda vardır.
5.
Neticede sosyal dansçı, dans okulu/kulüp
tarafından sporcu olmaya teşvik edilir, özel ders, koreografi, kostüm, ulaşım,
konaklama gibi masrafları tamamen kendisi üstlenir, yarışır ve kulübüne katkı
sağlar. Tüm bunların karşılığında kulübünden ya da federasyondan en ufak bir
maddi geri dönüş (yarışma neticesine göre para ödülü gibi) alamaz. Zaten sosyal dans ortamından gelen
yarışmacılara sporcu bilinci verilmediğinden ortada böyle bir beklenti de
yoktur.
6.
Sonuç olarak kulüpler sosyal dansçıları kendi
istedikleri şekilde, kendilerine maksimum menfaat sağlayacak şekilde
biçimlendirmektedir.
7.
Kulüpler sosyal sporcunun altına girdiği masrafları karşılama zorunluluğu
hissetmediğinden (sporcunun beklentisi olmadığından), federasyondan da benzer bir beklenti içerisine girmemektedir.
8.
Federasyon
Yönetim Kurulları, kulüpler tarafından maddi bir beklenti olmadığından
dolayı esas odaklanmaları gereken kaynak
yaratma, sponsor bulma gibi faaliyetlere önem vermemektedir. Bu da
federasyon faaliyetlerindeki kalitenin
belli bir seviyeyi aşamaması, federasyonun istenen ve beklenen, üstelik
ülkemizdeki algıyla çok da müsait olan gelişiminin
bir türlü gerçekleşmemesine sebebiyet vermektedir.
9.
Bu durum neticesinde özellikle salsada 280 çift
gibi rekor katılımlar gerçekleşebilmektedir. Ancak bu sayı iyice irdelendiğinde
98 çiftin en düşük klasman olan D-klasmanda, 75 çiftin de C –klasmanda yer
aldığı görülmektedir. Minikler, yıldızlar, gençler yaş gruplarını dışarda
bıraktığımızda toplam sporcu sayısının yarısından fazlasına tekabül eden bu
rakam göstermektedir ki, kulüpler sürekli
olarak tecrübesiz, “sıfır kilometre” sporculara ağırlık vermekte ve kaliteden
ziyade sporcu sayısına önem vermektedir.
10. Bu
seneyi örnek verecek olursak TDSF Salsa
Kulüplerarası Şampiyonası’nı farklı illerdeki yarışmalar neticesinde birinci bitiren kulüp bu başarı karşılığında
TDSF’den ne kadar ödül almıştır? Yarışmalardan önce yapılan duyurularda “sporcu
ve kulüplere herhangi bir harcırah ödenmeyecektir” bildirisi yer almaktadır. Buna göre şampiyon olan kulüp ve sporcuya
bile kupa ve madalya dışında ödül verilmemektedir.
Yukarıdaki bilgileri
verdikten sonra bir de aslında olması gereken tabloyu da özetlemekte fayda var:
1. Kulüpler sporcularına yatırım yapmalıdır.
Yatırım kulüpler açısından maddi, manevi ve zaman anlamında maliyete tekabül
etmektedir. Sporcuların da kendi
gelişimleri için bu yönde bir beklentisi olması şarttır. Sporcuların
kulüpler açısından maliyet oluşturması, kulüplerin
lisanslı sporcularını belirleme konusunda daha seçici davranmasını ve ortalama sporcu kalitesinin yükselmesini
sağlayacaktır.
2.
Sporcuların
masraflarının kulüpler tarafından karşılanması neticesinde sporcuların
kendi gelişimlerine daha fazla önem vermeleri mümkün olacaktır.
3.
Yarışma katılımıyla ilgili tüm
prosedürlerin ve detayların kulüp tarafından yürütülmesi neticesinde sporcunun çalışmalarına ayıracak daha fazla
vakti ve enerjisi kalacaktır.
4.
Kulüpler
sporcu masraflarını karşıladıklarından, yarışmaya sadece ekstra puan
kazanmak amacıyla, aslında gerçekten
inanmadıkları bir sporcuyu şu an olduğu gibi götürmeyeceklerdir. Kulüpler
de kendilerini temsil edecek sporcuları belirlerken seçici davranacaklardır. Bu
da yarışmalarda kendiliğinden, orta-uzun vadeli bir eliminasyon anlamına gelir.
Yani bir anlamda hakemlerin işi kolaylaşır ve değerlendirme kalitesi artar.
5.
Sporcuların kulüplere yönelik bu
beklentilerini kulüpler iki şekilde karşılayabilecektir: Sponsor(lar) bularak bu maliyetlere yönelik harici kaynak yarabilir
veya TDSF’nin yarışmalarla ilgili hayata geçireceği, geçirmesi gereken (!) ödül
yönetmeliğinden edinilen gelirleri sporcularına aktarabilir. Ancak elbette
öncelikle böyle bir ödül yönetmeliğinin yaratılması gerekir. TDSF kurulduğu
günden bu yana devlet ödeneklerinde sıkıntı yaşamaktadır ve bu ödenek kaliteli
işler yaparak bu sporu geliştirmeye yetecek seviyede değildir. Dolayısıyla TDSF Yönetim Kurulu’na seçilmiş
kişilerin esas işleri kaynak yaratmak, sponsorlar bulmak ve yapılan işlerin
kalitesini arttırmak olmalıdır.
6. Kulüplere
başarıları doğrultusunda TDSF üzerinden aktarılacak maddi destek sporculara ve
dolayısıyla da sporun gelişimine katkı
sağlayacaktır.
7. Tüm bunları sağlamak için öncelikle sporcu
seviyesinde bilinçlenme gerekmektedir. Yarışmacıların “müşteri” zihniyetinden çıkıp, birer sporcu haline gelmeleri, kulüp
yöneticilerinin “tüccar” yaklaşımını
bırakıp, gerçekten birer spor yöneticisi haline gelmeleri şarttır.
8. Bu zihniyet değişimi neticesinde kulüplerin
eli güçlenecektir. Zira TDSF yönetimlerini Genel Kurul’da kulüpler
seçmektedir. Kulüpler kendilerine bu tip
beklentilerini karşılayacak yöneticiler seçmeye çalışacak, böylece TDSF
Yönetim Kurulu Üyeliği de böylece sadece statü sağlayan bir “titr” olmaktan
çıkarak, iş yapan ve yapacak kişilerin taşıdığı kıymetli bir pozisyon
olacaktır.
SONUÇ:
Netice
olarak sporun ve sporcunun kalitesini arttırmak, daha iyi işler yapılmasını
sağlamak için bilinçli düşünen, ne yaptığını bilen, kendi menfaati veya statüsü için değil, bu spora gerçekten gönül
verdiği için çalışan insanlara ihtiyaç vardır. Fakat en önemlisi, bir dans
okulu sahibi olmayan, yani kendi okuluna
yönelik ticari veya sportif avantajlar sağlama güdümüne girme ihtimali olmayan
ve işini iyi yapan yöneticiler bulunmalıdır. Bu da sadece bilinçlenen sporcu ve
kulüp yöneticileri ile oluşacaktır. Bu
sporun gelişmesi için için TDSF’nin lokomotif rolünü üstlenmesi şarttır.
Bunun yapılabilmesi için ise öncelikle tabandan
gelen bir motivasyon ve beklenti olmalıdır. Ne kadar tezat gözükse de, TDSF’nin camiayı “çekebilmesi” ve
ileriye götürebilmesi adına, tabanın,
yani kulüplerin TDSF yöneticilerini “itmesi”, yönlendirmesi gerekir. Bunu
da beklentileri ve ihtiyaçları oluşturan, gündeme taşıyan sporcular sağlayacaktır.
Bu yüzden salsa veya diğer sosyal danslarla ilgili branşlarda yarışmak isteyen
sporcu ve sporcu adaylarına tavsiyem şudur: Artık kendinizi pistte hobisini icra eden birer “müşteri” olmaktan kurtarıp,
her şeyiyle kendisini işine adamış birer sporcu olarak görün. Buna göre
beslenin, buna göre antrenman yapın… Hayatınızı
işinize yani bu spora adapte edin. Ancak tüm bunları yaparken de beklentilerinizi oluşturun. Kendinizden ne bekliyorsunuz? Dostlarınızdan, ailenizden ne bekliyorsunuz? Partnerinizden
ne bekliyorsunuz? En önemlisi de kulübünüzden
ve dolayısıyla federasyondan ne bekliyorsunuz? Tüm bu çabalarınızın,
emeğinizin bir karşılığı olmalıdır. Bu kadar uğraşın sonunda başarı geldiğinde
bir şekilde mükafatını alabilmelisiniz. Karşılığını
alamazsanız ve sürekli kendinizden harcarsanız –maddi ve manevi olarak- bir
noktada tükenirsiniz. İşte bu yüzden beklentilerinizi oluşturun ve bunları gündeme
getirmekten çekinmeyin. Yavaş da olsa, zamanla bazı şeylerin
değiştiğini göreceksiniz…
Yakında:
Bölüm 2: Geçiş sürecinde salsa sporcularının karşılaştıkları sıkıntılar
ve çözüm önerileri