12 Haziran 2012 Salı



Hobiden Spora Uzanan Yol


Bölüm 1:
Günümüz ve Gelecek

Önsöz:
Konuya girmeden önce şunu net bir şekilde ifade etmek isterim ki, bu yazı ve buradaki görüşler tamamen sosyal danslarla (salsa, tango vb.) yarışmalar kapsamında ilgilenen, işin eğlence ya da kültürel boyutundan ziyade spor tarafına eğilen kişilere hitaben kaleme alınmıştır. Önceki tecrübelerime dayanarak, konuyla ilgisiz tartışmalar oluşmasını engellemek adına bunu belirtmek istedim. Eğer salsa veya tango yarışmalarıyla ilgilenmiyorsanız, bu dansların yarışmalarına karşıysanız, bu dansların “sporlaştırılmasına” ya da kurallarla kısıtlanmasına itirazınız varsa, buradaki görüşler pek de size hitap etmiyor demektir. Bunu baştan ifade ederek buradaki görüşlerle ilgili tartışmaların “salsadan spor olmaz, salsa bir kültürdür, salsayı (veya tangoyu) önce anlamak, yaşamak lazım” boyutuna çekilmeden devam etmesini umuyorum.

Giriş

2006’da Türkiye Dans Sporu Federasyonu adıyla kurulan TDSF, 2007’de -şu an ikinci faaliyet döneminde bulunan Tolgahan Çinkitaş yönetimi tarafından sosyal latin, Arjantin tango ve diğer branşların da katılımıyla dünyanın ilk “çoğul isimli” (Türkiye Dans SporLARI Federasyonu) ulusal dans sporu federasyonu haline gelmiştir. Her ne kadar salsanın ne derece “spor” olduğu, branşın federasyon kapsamına ilk alındığı günden beri sorgulansa da, bu branşta yarışan sporcu ve kulüp sayısı gün geçtikçe artış göstermiştir. Bu rakam 17 Mart 2012’de Ankara’da düzenlenen 3. Ayak Kulüplerarası Şampiyonası’nda 280 çifti geçmiştir.  IDSF –yeni adıyla WDSF- tarafından geçtiğimiz sene genel kurulda alınan ve salsanın da International Latin & Standart gibi “kurallaştırılmasına” yönelik kararı da göz önüne aldığımızda, yakın gelecekte salsaya “spordur” denmesini engelleyecek en önemli faktörlerin ortadan kalkacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu faktörlerin başında, figürlerin, hareketlerin evrensel bir şekilde tanımlanması, bir şablona oturtulması ve değerlendirmelerin buna göre, sübjektiviteyi mümkün olduğunca düşürerek yapılması gelmektedir. İyi ama bu son yarışmada gördüğümüz 280 çift, “sportif salsadaki” bu değişikliğe hazır mı? Bu değişiklik neticesinde nasıl bir tablo oluşacak?  Bizim dansçılarımız bu değişime nasıl adapte olmalı? Hobi olarak dans ederken bir anda kendini yarışma ortamında bulan dansçıların yaşadıkları sorunlar nelerdir? Sporcuların, kulüplerin, antrenörlerin, hakemlerin, velilerin ve hatta federasyonun sorumlulukları, beklentileri neler olmalıdır?

Sevgili Orkun Dökmeci ve Kıvanç Gür’ün de bulunduğu ekibimizle uzun yıllardır gerek dans sporu gerekse salsa branşlarında organize ettiğimiz yarışmalar sebebiyle, sporcu sayısı ve kalitesindeki oynamaları yakinen izleme fırsatımız oluyor. Üstelik bu sporcularla hakemlerin ve seyircilerin görmedikleri noktalarda, mesela kuliste, sporcu girişinde, aralarda yemek yerken, sigara içerken (!) birlikte vakit geçirdiğimizden belki de herkesten daha farklı bir gözle izleme şansı buluyoruz sporcuları. Tüm bunlara dayanarak, yukarıda sorduğumuz soruların yanıtlarını vermeye çalışacağım.  





Dansa Farklı Bakış Açıları:
Öncelikle burada salsa ibaresini kullanırken tam olarak neyi kastettiğimizi ifade etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Herkesin “salsa” olarak gördüğü dansa ve salsa kelimesine yüklediği anlam değişiyor. Tartışmayı aynı düzlemde devam ettirebilmek için öncelikle bu noktada senkronu sağlamak gerekiyor. Burada bahsi geçen “salsa” bir sokak dansı değildir. Kökleri oraya dayansa da, kurallaştırılmış bir danstan dolayısıyla bir spor branşından bahsediyoruz esasında. Bu sebeple “salsada kurala yer yoktur; falanca hareketin her ülkede farklı yorumlanan versiyonları vardır; olay aslında müziktir, salsa asla sadece bir dans değil, bir yaşam biçimidir” gibi ifadelere maalesef bu konu kapsamında yer veremiyoruz. Bunları geçerli birer argüman olarak da kabul edemiyoruz. Bu bambaşka bir tartışma konusu olan “salsa sizce kurallara bürünmeli midir, yarışması yapılmalı mıdır, bir spor branşı olarak değerlendirilmeli midir” sorularına cevaben kullanılabilecek argümanlara dahil olabilir. Bu yazı kapsamında ise tüm bunların cevaplarının “evet” olarak cevaplandığı bir dünyayı baz alarak, olaya daha ileri bir noktadan bakıyoruz.

Burada bahsettiğimiz salsa, bir spor dalıdır. Bir piramit düşünün (bkz. Şekil 1). Bu piramit 5 bölümden oluşsun. En altta bir sporun var olabilmesi için gereken ilk unsur olan sporcular yer alır. Sporcuların oluşmasını takiben, bir süre sonra yarışmalar, yarışmaların daha kapsamlı hale gelmesiyle beraber de kulüpler oluşur. Piramitte ikinci katta bu kulüpler yer alır. Kulüpler zamanla bir araya gelerek kendilerini toplu halde temsil edecek daha güçlü bir yapı arayışına girerler. Bu sürecin sonunda da ulusal federasyonlar meydana gelir. Futbolda Türkiye Futbol Federasyonu (farklı bir çerçeve statüye sahip olmasına rağmen sayabiliriz), basketbolda Türkiye Basketbol Federasyonu ne ise dans sporu için Türkiye Dans Sporları Federasyonu da odur. Piramitte bir üst kata çıktığımızda bu kez tüm ulusal federasyonların ilgili branş dahilinde birleştiği ve uluslararası müsabakaların, kuralların yönetildiği, Uluslararası Federasyonlarla karşılaşırız. Tıpkı futbolda FIFA, basketbolda FIBA olduğu gibi dans sporu için de ilgili uluslararası federasyon IDSF ya da yeni adıyla WDSF’dir. (Bir önemli not; UEFA sanılanın aksine bir “uluslararası federasyon” değil, bir konfederasyon, yani “kıta federasyonudur” ve FIFA’ya bağlıdır). Piramidin tepesinde ise IOC, yani Uluslararası Olimpiyat Komitesi bulunmaktadır. Tüm Uluslararası spor federasyonları IOC’ye bağlı değildir. Sadece resmi olarak IOC’ye üye olan uluslararası federasyonların temsil ettikleri spor branşları olimpiyatlarda yer alabilir. Dans sporu da –her ne kadar bugüne dek olimpiyatlarda görmemiş olsak da- WDSF tarafından IOC kapsamında temsil edilmektedir.


Şekil – 1

Geçtiğimiz seneye kadar salsa dendiğinde tüm bu bilgileri paylaşmak son derece anlamsız ve hatta yersiz olurdu. Ancak 2 sene önce gerçekleşen ve TDSF’yi temsilen Gazi Umdu ve Fatih Osmançelebioğlu’nun katıldığı WDSF Genel Kurulu’nda oy birliğiyle alınan kararla, salsa da resmi branşlar arasına alınmış ve yakın gelecekte WDSF tarafından yarışmalarının düzenlenmesine karar verilmiştir. Dolayısıyla artık salsa da bir spor branşı olarak WDSF kurallarıyla birlikte anılabilir duruma gelecektir, diyebiliriz.
Bunun neticesinde karşımıza çıkan manzarayı iyi incelemek gerekiyor. Salsa, sosyal olarak kuralsızlığın, özgürlüğün, kendini ifade etmenin dansı olarak görülüyor. Bu aslında tüm danslar için geçerli bir durum.  Branş gözetmeksizin, tüm danslar aslında aynı mantıkla, “kendini ifade etme” ihtiyacıyla oluşmuştur. Ancak spor bünyesine geçtiğinde dansın matematiğe dökülmesi, değerlendirme yapabilmek için belli standartların, kuralların ve kısıtlamaların getirilme gerekliliği sebebiyle dansların oluşmasını sağlayan bu unsurlar gözden kaybolmaktadır.  Kabul etmeliyiz ki bu durum aslında sürecin doğal bir parçasıdır ve özellikle salsa branşında yarışmakta olan sporcular adına ciddi bir adaptasyon sorunu olarak gündeme gelmektedir.

WDSF’in salsa yarışmaları düzenlemesiyle oluşacak sporcu profili ve yarışma formatı:
1.       Öncelikle International Latin & Standart danslarda olduğu gibi, her yıl güncellenen ve “syllabus” (müfredat) dahilindeki tüm figürlerin detaylı, matematiksel bir şekilde tarif edildiği kurallar oluşturulacaktır. Böylece bir sporun “spor branşı” olabilmesi ve belli standartlarda yarışmalarının yapılabilmesi için gereken minimum öznellik içeren değerlendirme kriterinin yakalanması mümkün olacaktır.
2.       Bu kural kitabına göre antrenör ve hakem eğitimleri, seminerleri açılacaktır. Sporcular da gerek tekniklerini, gerekse koreografilerini bu kurallara göre güncelleyecektir.
3.       Yarışma kurallarının katılaşması ve International Latin branşıyla benzerlikler göstermesi sebebiyle, WDSF kapsamında Int’l Latin alanında yarışmakta olan fakat tam olarak hedeflediği noktaya gelememiş bir çok sporcu ve çift WDSF-Salsa yarışmalarına geçiş yapacaktır. Bu durum öncelikle yurt dışında başlayacaktır. Etkileri Türkiye’ye bir süre sonra yansıyacaktır.
4.       Mevcut salsa sporcularına göre daha uzun ve profesyonel bir spor ve dans geçmişleri olması (Latin Amerikan branşında dansa başlama yaş ortalaması 7; salsa sporcularında 20 civarındadır) kondisyon, hız, koordinasyon ve teknik olarak daha iyi derecede olmaları sebebiyle salsa alanında hızlı bir şekilde tepeye tırmanabileceklerini düşünen 25 yaş üzeri eski Latin Amerikan sporcuları salsa yarışmalarında çok daha başarılı olacaklardır.
5.       Eskiden (yani aslında bugünlerde) kullanılmakta olan, yumuşak, dairesel dans stilleri ve koreografiler yerini daha fazla fiziksel özelliğe ihtiyaç duyulan seri, net ve keskin danslara bırakacaktır.
6.       Bu yeni stile ayak uydurabilen az sayıda “eski” sporcu olacaktır. Bunlar da bir şekilde vaktinde Latin Amerikan eğitimi almış sporcular olacaktır. Halen yarışmakta olan sporcular arasında gerçekten fark yaratabilen sporcuların Latin Amerikan kökenli (Nur & Şenol) ya da benzer bir disiplin olan cimnastikten salsaya geçmiş (Yağız Bankoğlu’nun partneri Melisa) olmaları buna örnek olarak gösterebilir. Şu anki son derece öznel kurallar ve değerlendirmelerle bile bu fark derecelere yansıyabiliyorsa, yeni kurallar ve stiller oturduktan sonra Nur, Şenol ve Melisa özelliğindeki sporcuların salsa branşına damga vurmaları kaçınılmazdır.



SONUÇ:
Yakın gelecekte yaşanması muhtemel tüm bu değişimlere hızlı şekilde adapte olabilmek amacıyla salsa branşında yarışmakta olan sporcuların antrenmanlarında, çalışma şekillerinde, kişisel gelişimlerinde, en önemlisi de dansa bakış açılarında ve zihniyetlerinde ciddi değişiklikler yapmaları gerekmektedir. Bu değişiklikler de kulüpler ve antrenörlerden başlamalıdır. Dilerseniz sporcu, kulüp ve antrenörler açısından şu anki durumu ele alarak başlayalım ve daha sonra nelerin değişmesi gerektiğine değinelim.

1.       Kulüpler sporcu sayısını arttırmaya yönelik olarak göreceli olarak “iyi” dans eden sosyal sınıf öğrencilerini yarışmalara sokmaktadır. Ancak bu süreçte sosyal dansçıdan, sporculuğa geçiş anlamında bu sporculara düzgün ve kapsamlı bir eğitim verilmemektedir. Dolayısıyla bu çiftler aslında üzerlerindeki “sosyal dansçı” etiketini bir kenara bırakıp tam anlamıyla spor zihniyetine bürünemeden kendilerini yarışmalarda bulmaktadır. Bu yüzden – ve kolaylık olması amacıyla- bundan böyle bu çiftleri “sosyal sporcu” olarak anacağız.
2.       Sosyal sporcu, kendisine kriterlerin genellikle sadece boy ve kilo olarak belirlenmesini takiben, uygun bir partner bularak ve kulübün yine para karşılığı verdiği özel derslere girerek koreografi sahibi olur. Kulüp bir “yarışmacı sınıfı” açtıysa, bu derslere de girer ve yine bu dersler için de sporcu cebinden ödeme yapar.
3.       Kulüplerarası yarışmalarda kulübü temsil etmeye başlayan “sosyal sporcu” kostüm, şehir dışındaki bir yarışma için ulaşım ve konaklama masraflarını kendisi karşılar.
4.       Mevcut salsa yarışma formatı çerçevesinde sosyal sporcu kendi klasmanının ilk turunda yaklaşık 2 dakika boyunca dans eder. Bu noktada Ankara’da düzenlenen Kulüplerarası yarışmada D – klasmanda 98 çift olduğunu ve ilk tur neticesinde bu çiftlerin neredeyse yarısının elendiğini düşünürsek 50’ye yakın çift sadece 2 dakikalık bir performans –ve dolaylı kişisel tatmin- için yol, konaklama, kostüm, ayakkabı ve yarışma giriş ücreti ödemektedir. Kulüp ise bu sporcuların yarışmaya katılması sebebiyle ekstra puanlar ve hatta TDSF Genel Kurulu’nda temsil hakkı elde etmektedir. Sporcuların kulüpler için müşteri ve pazarlama anlamına geldiğini de eklemekte fayda vardır.
5.       Neticede sosyal dansçı, dans okulu/kulüp tarafından sporcu olmaya teşvik edilir, özel ders, koreografi, kostüm, ulaşım, konaklama gibi masrafları tamamen kendisi üstlenir, yarışır ve kulübüne katkı sağlar. Tüm bunların karşılığında kulübünden ya da federasyondan en ufak bir maddi geri dönüş (yarışma neticesine göre para ödülü gibi) alamaz. Zaten sosyal dans ortamından gelen yarışmacılara sporcu bilinci verilmediğinden ortada böyle bir beklenti de yoktur.
6.       Sonuç olarak kulüpler sosyal dansçıları kendi istedikleri şekilde, kendilerine maksimum menfaat sağlayacak şekilde biçimlendirmektedir.
7.       Kulüpler sosyal sporcunun altına girdiği masrafları karşılama zorunluluğu hissetmediğinden (sporcunun beklentisi olmadığından), federasyondan da benzer bir beklenti içerisine girmemektedir.
8.       Federasyon Yönetim Kurulları, kulüpler tarafından maddi bir beklenti olmadığından dolayı esas odaklanmaları gereken kaynak yaratma, sponsor bulma gibi faaliyetlere önem vermemektedir. Bu da federasyon faaliyetlerindeki kalitenin belli bir seviyeyi aşamaması, federasyonun istenen ve beklenen, üstelik ülkemizdeki algıyla çok da müsait olan gelişiminin bir türlü gerçekleşmemesine sebebiyet vermektedir.
9.       Bu durum neticesinde özellikle salsada 280 çift gibi rekor katılımlar gerçekleşebilmektedir. Ancak bu sayı iyice irdelendiğinde 98 çiftin en düşük klasman olan D-klasmanda, 75 çiftin de C –klasmanda yer aldığı görülmektedir. Minikler, yıldızlar, gençler yaş gruplarını dışarda bıraktığımızda toplam sporcu sayısının yarısından fazlasına tekabül eden bu rakam göstermektedir ki, kulüpler sürekli olarak tecrübesiz, “sıfır kilometre” sporculara ağırlık vermekte ve kaliteden ziyade sporcu sayısına önem vermektedir.
10.   Bu seneyi örnek verecek olursak TDSF Salsa Kulüplerarası Şampiyonası’nı farklı illerdeki yarışmalar neticesinde  birinci bitiren kulüp bu başarı karşılığında TDSF’den ne kadar ödül almıştır? Yarışmalardan önce yapılan duyurularda “sporcu ve kulüplere herhangi bir harcırah ödenmeyecektir” bildirisi yer almaktadır. Buna göre şampiyon olan kulüp ve sporcuya bile kupa ve madalya dışında ödül verilmemektedir.



Yukarıdaki bilgileri verdikten sonra bir de aslında olması gereken tabloyu da özetlemekte fayda var:
1.       Kulüpler sporcularına yatırım yapmalıdır. Yatırım kulüpler açısından maddi, manevi ve zaman anlamında maliyete tekabül etmektedir. Sporcuların da kendi gelişimleri için bu yönde bir beklentisi olması şarttır. Sporcuların kulüpler açısından maliyet oluşturması, kulüplerin lisanslı sporcularını belirleme konusunda daha seçici davranmasını ve ortalama sporcu kalitesinin yükselmesini sağlayacaktır.
2.       Sporcuların masraflarının kulüpler tarafından karşılanması neticesinde sporcuların kendi gelişimlerine daha fazla önem vermeleri mümkün olacaktır.
3.       Yarışma katılımıyla ilgili tüm prosedürlerin ve detayların kulüp tarafından yürütülmesi neticesinde sporcunun çalışmalarına ayıracak daha fazla vakti ve enerjisi kalacaktır.
4.       Kulüpler sporcu masraflarını karşıladıklarından, yarışmaya sadece ekstra puan kazanmak amacıyla, aslında gerçekten inanmadıkları bir sporcuyu şu an olduğu gibi götürmeyeceklerdir. Kulüpler de kendilerini temsil edecek sporcuları belirlerken seçici davranacaklardır. Bu da yarışmalarda kendiliğinden, orta-uzun vadeli bir eliminasyon anlamına gelir. Yani bir anlamda hakemlerin işi kolaylaşır ve değerlendirme kalitesi artar.
5.       Sporcuların kulüplere yönelik bu beklentilerini kulüpler iki şekilde karşılayabilecektir: Sponsor(lar) bularak bu maliyetlere yönelik harici kaynak yarabilir veya TDSF’nin yarışmalarla ilgili hayata geçireceği, geçirmesi gereken (!) ödül yönetmeliğinden edinilen gelirleri sporcularına aktarabilir. Ancak elbette öncelikle böyle bir ödül yönetmeliğinin yaratılması gerekir. TDSF kurulduğu günden bu yana devlet ödeneklerinde sıkıntı yaşamaktadır ve bu ödenek kaliteli işler yaparak bu sporu geliştirmeye yetecek seviyede değildir. Dolayısıyla TDSF Yönetim Kurulu’na seçilmiş kişilerin esas işleri kaynak yaratmak, sponsorlar bulmak ve yapılan işlerin kalitesini arttırmak olmalıdır.
6.       Kulüplere başarıları doğrultusunda TDSF üzerinden aktarılacak maddi destek sporculara ve dolayısıyla da sporun gelişimine katkı sağlayacaktır.
7.       Tüm bunları sağlamak için öncelikle sporcu seviyesinde bilinçlenme gerekmektedir. Yarışmacıların “müşteri” zihniyetinden çıkıp, birer sporcu haline gelmeleri, kulüp yöneticilerinin “tüccar” yaklaşımını bırakıp, gerçekten birer spor yöneticisi haline gelmeleri şarttır.
8.       Bu zihniyet değişimi neticesinde kulüplerin eli güçlenecektir. Zira TDSF yönetimlerini Genel Kurul’da kulüpler seçmektedir. Kulüpler kendilerine bu tip beklentilerini karşılayacak yöneticiler seçmeye çalışacak, böylece TDSF Yönetim Kurulu Üyeliği de böylece sadece statü sağlayan bir “titr” olmaktan çıkarak, iş yapan ve yapacak kişilerin taşıdığı kıymetli bir pozisyon olacaktır.


SONUÇ:

Netice olarak sporun ve sporcunun kalitesini arttırmak, daha iyi işler yapılmasını sağlamak için bilinçli düşünen, ne yaptığını bilen, kendi menfaati veya statüsü için değil, bu spora gerçekten gönül verdiği için çalışan insanlara ihtiyaç vardır. Fakat en önemlisi, bir dans okulu sahibi olmayan, yani kendi okuluna yönelik ticari veya sportif avantajlar sağlama güdümüne girme ihtimali olmayan ve işini iyi yapan yöneticiler bulunmalıdır. Bu da sadece bilinçlenen sporcu ve kulüp yöneticileri ile oluşacaktır. Bu sporun gelişmesi için için TDSF’nin lokomotif rolünü üstlenmesi şarttır. Bunun yapılabilmesi için ise öncelikle tabandan gelen bir motivasyon ve beklenti olmalıdır. Ne kadar tezat gözükse de, TDSF’nin camiayı “çekebilmesi” ve ileriye götürebilmesi adına, tabanın, yani kulüplerin TDSF yöneticilerini “itmesi”, yönlendirmesi gerekir. Bunu da beklentileri ve ihtiyaçları oluşturan, gündeme taşıyan sporcular sağlayacaktır. Bu yüzden salsa veya diğer sosyal danslarla ilgili branşlarda yarışmak isteyen sporcu ve sporcu adaylarına tavsiyem şudur: Artık kendinizi pistte hobisini icra eden birer “müşteri” olmaktan kurtarıp, her şeyiyle kendisini işine adamış birer sporcu olarak görün. Buna göre beslenin, buna göre antrenman yapın… Hayatınızı işinize yani bu spora adapte edin. Ancak tüm bunları yaparken de beklentilerinizi oluşturun. Kendinizden ne bekliyorsunuz? Dostlarınızdan, ailenizden ne bekliyorsunuz? Partnerinizden ne bekliyorsunuz? En önemlisi de kulübünüzden ve dolayısıyla federasyondan ne bekliyorsunuz? Tüm bu çabalarınızın, emeğinizin bir karşılığı olmalıdır. Bu kadar uğraşın sonunda başarı geldiğinde bir şekilde mükafatını alabilmelisiniz. Karşılığını alamazsanız ve sürekli kendinizden harcarsanız –maddi ve manevi olarak- bir noktada tükenirsiniz. İşte bu yüzden beklentilerinizi oluşturun ve bunları gündeme getirmekten çekinmeyin. Yavaş da olsa, zamanla bazı şeylerin değiştiğini göreceksiniz…


Yakında:
Bölüm 2: Geçiş sürecinde salsa sporcularının karşılaştıkları sıkıntılar ve çözüm önerileri










1 yorum:

  1. Tebrik ederim, bu güzel paylaşımınız için.Dans branşında benim de farklı bir tezim var,sizinde bu bransa katkınızdan dolayı kutlarım...ben Dans sporu, Arjantin Tango ve Salsa da Antrenör Ve Eğitmenim...Hiç birini ayırmıyorum diğerinden müzikle beraber hepsinin tutukunuyum diyebilirim..Ancak, benim kadar seven ve gönül veren kac kişi var, ve ne konumdalar kimbilir?? bu ülkede iyi dans eden değil, iyi pazarlayan ayakta; özellikle sosyal danslar toplumda başka anlamlar yüklenerek anılıyorlar bu kötü izlenimi kazandıran ise; yine bu dansı, bir disiplini ne ölcüde temsil ettiği belli olmayan Eğitmenler...Federasyonun sporculara verdiği değer ise bambaşka bir sorun; yarışma kıyafetlerin bir tarafa;yol masrafın ve konaklaman kimsenin umrunde değil; paran varsa iyisin..biz çok fakir bir fedarasyonuz içmizde büyümek isteyenler yok sanki; Arjantin tangoda yarısma yapılacak yer yok gibi alışveriş merkezinde yapılıo ve bizler sorduğumuzda paralarını olmadıklarını varsa yer bul da gelelim diolar ne ayıp, ne yazık bir durum; sporcunun düştüğü hallere bakın ki biz bu insanlardan sporcularımıza maddi destek istiyoruz...

    YanıtlaSil