Son 20 gündür ülkemizin en önemli gündem maddesi gelecekte muhtemelen "Gezi Parkı Olayları" olarak anılacak protestolardır. 60 yaşlarındaki akrabalarımın, yakın çevremin bile "biz daha önce Türkiye'de böyle bir şey görmedik" demelerine sebep olacak bu muazzam dayanışma ve direniş sürecinde hepimiz bir şekilde yer aldık. Benim gibi adam akıllı Toma-suyu, biber-gazı yemeyen kaldıysa da zaten iktidardaki siyasetçilerimizin neredeyse Ezan misali bir düzen içerisinde, yandaş medyada günde 5 kere demeç vermeleri sayesinde hepimizden birkaç tahta eksildi. Belki de ülke tarihini bırakın, dünya literatüründe direniş jargonu açısından iz bırakacak derecede zeki ve eğlenceli söylemlerin ortaya çıkması da bu "delilikten" kaynaklanıyordur. Malum, en büyük sanatçılar en deli olanlarıdır...
Ortamda bu kadar zeka varken, gençler adeta yenilen her biber gazıyla yeni bir fikir, her tazyikli TOMA-suyuyla yeni bir duvar yazısı üretirken, bize pek olası gelmese de, acaba bir şeyleri gözden kaçırıyor muyuz diye dönüp bakmak gerektiğine inanıyorum. Sağlam kafayla, süreçte demonte ettiğimiz o iki tahtayı tekrar yerine takarak...
Süreç neden bu kadar uzadı? Neden gerginlikler bir türlü dinmedi ve neden hükümet ateşin sönmesine neden müsaade etmedi? Normal şartlarda olayın ciddiyetini ve boyutlarını ilk birkaç gün içerisinde iyi okuyamamış bir siyasi lider bile Kuzey Afrika gezisi dönüşü ortamı yumuşatırdı. Demeçlerinde Gezi olaylarına girmemeye özen göstererek, yani aslında susarak ortamı yatıştırabilirdi. Bunu "anlamadı hala" şeklinde karşılamak iktidarın yaptığını düşündüğümüz hatadan çok daha büyük olacaktır. İktidarın bu sürecin uzamasından neler elde ettiğini düşünürsek daha doğru sonuçlara varabiliriz.
a.) Parti Tabanı
AKP din istismarı üzerinden elinde tuttuğu tabanına keskin ayrılıklar ve net kutuplaşma sunarak, neredeyse cihad edebiyatıyla hükmetmektedir. Bu ortam seçim mitingleri ve tabanı sağlama almak adına son derece uygundu. Değerlendirdiler, halen de değerlendiriyorlar. Tabandaki oylar böylece güçlendi. Sağda zaten tek güç olan AKP, son 4 sene içerisinde şu veya bu sebeple tepki oyuyla bireysel olarak kaybetmiş olabileceği seçmeni tekrar kendi tarafına çekmiş oldu.
b.) Suriye Meselesi:
Suriye'de bir şeyler oluyor. Neler olduğunu kimse tam olarak bilmiyor ama bu olaylar başlamadan hemen önce başbakanın ABD ziyareti ve Obama'dan Suriye konusunda fırça yediğine dair rivayetler gündemin ana maddesiydi. Süreç devam ederken, her ne kadar karambolde atlansa da, ABD önemli bir karar aldı ve Esad'ın kimyasal silah kullandığını iddia ederek isyancılara silah yardımı yapılabileceğini gündeme getirdi. Bu esnada Türk ordusunun Suriye sınırına yaptığı yığılma devam etmekteydi.
Gündem değiştirme meselesini başbakanımızın işin ehli olan ABD'den öğrenmiş olması ve işin ehlinin de bu olayda ziyadesiyle çıkarı olan bir taraf olması Gezi olaylarını sürekli alevlendirerek bir perde olarak kullanma fikrini de akla getiriyor. Esas mesele Suriye'yse yakında kokusu muhtemelen ortaya çıkar.
c.) Açılım
Gezi olaylarının ülke genelindeki en önemli karakteri, siyasi bir orijini olmayan, tek bir ideolojiyi değil, birbirine son derece zıt olmasına rağmen bir çok ideolojiyi barındırmasıdır. Syın Başbakan'ın "anlamadığı" iddia edilirken en çok kullanılan cümlelerden biri "bu çocukların tek bir ideolojisi yok" oldu. Fotoğraflarda sağcı, solcu, ulusalcı, devrimci simgeleri hep bir arada yer aldı. Futbol taraftarları bile bu mesajı veriyordu meydanlarda: "Sana karşı durmak için bizler yan yana geldik!"
Başbakan kısa süre öncesine kadar bu ülkede kabul ettirilmesi en zor konulardan birine yönelik yaptığı işlerle gündemdeydi. PKK ve Kürt Açılımı. Bazen daha büyük konularla gündem yaratıp bu yönde atılan adımların (İmralı sohbetleri gibi) üzerini kapatarak, bazen de daha büyük konuların üzerini bu son derece hassas mevzuyla örtmeye çalışarak ilerledi. Ben buna "Gündem Mühendisliği" diyorum kısaca. Çevik kuvvet ve sıktıkları hangi sebzenin gazıysa artık, o olmadan da ziyadesiyle "gaz" bir toplum olduğumuzdan, başbakanın bu çalışmalarına da sürekli olarak kandık 10 senedir. Ona karşı o kadar tepkili, rejimin İran'a döneceğine dair o kadar ürkeğiz ki, ağızlarından çıkan her lafı, yaptıkları her işi inanılmaz bir tepkiyle karşılıyoruz. AKP de bunu çok güzel bir şekilde kullanıyor... Kullanabiliyor, zira "tahmin edilebilir" reaksiyonlar veren bir toplum olmuştuk. Ta ki Gezi'ye kadar... Bunu tahmin edebildiklerini düşünmüyorum.
Bu ülkede Atatürk'ün anlatıldığı kitaplarla okuyan son nesillerin bir araya gelmesiyle gerçekleşmiştir bu direniş. Bu insanların Güneydoğu'da veya yurdun herhangi bir yerinde bir santimlik bile toprağın Türkiye Cumhuriyeti dışında kalmasına tolerans göstermeleri mümkün değildir. Ülkenin herhangi bir yerinde Türk Bayrağı dışında farklı bir etnik bayrağın veya Atatürk posteri değil de, 30 yıldır ülkenin gençlerini, çocuklarını, öğretmenlerini katleden terörist başının boy göstermesini kabul edemez bu insanlar. Fakat Gezi Parkı için, özgürlük, diktaya karşı direniş için tam da bu kabul edilemeyecek işleri yapan insanlarla omuz omuza durmadık mı? Günlerce PKK ilişkisi bilinen, Apo posteriyle gezen grupların çektikleri halayı izlemedik mi Taksim'de? Dozerlerin önüne ağaçlar kesilmesin diye ilk yatan bir BDP milletvekili değil miydi, ne kadar BDP denince irkilen adam varsa memlekette, sempatisini kazanan?
Peki BDP'nin AKP ile açılım süreci çerçevesindeki işbirliği aşikarken, Gezi sürecinde Erdoğan'a karşı çıkışları ve eleştirileri ne kadar inandırıcı geldi size? CHP bile doğru dürüst muhalefet olamamışken, BDP'nin söylemleri biraz fazla "istekli" gözükmedi mi? Ya da şöyle sorayım, sizce ağaçlar mı önemli BDP için, yoksa açılım süreci mi?
Yan yana gelmeleri, aynı ortamda, aynı hedefe karşı birlik olmaları mümkün olmayan iki grubu Taksim'de bizlere ve dünyaya günlerce izletti Sayın Başbakan. Atatürk ve Apo posterleri aynı meydandaydı... Bunu yapmak için de her iki gruba da ortak bir düşman gösterdi: Kendisini. Öyle bir düşman ki her söylediği yalan, her söylediği baskı, her fırsatta şiddete yönelik çağrı yapan... Öyle bir düşman ki söyledikleriyle insanalara hem diktatör, hem de deli olduğunu düşündürdü son 20 gündür. Hitler'den sonra dünyada ilk kez..
Ülkenin şeriata ve -belki de bu seçimle bizden daha modern hale gelecek- İran'a dönüşme ihtimali, korkusu, Kürt meselesinin önüne geçti gündemde. Bu yüzden tolerans gösterildi, aman Gezi'deki romantizmi bozmayalım, mevzu çıkartmayalım, Erdoğan'a "bak işte bölünüyorlar" dedirtmeyelim diye herkes sustu.. Başbakan da sustu bu konuda aslında. Açılım sürecini önemsemeyen bir başbakan "o meydanda Atatürk posteriyle Apo posteri nasıl yan yana olur?" diye bağırırdı meydanlarda. Fakat belli ki önemsiyordu, bu yüzden BDP'yi ve oy potansiyelini kırmak istemediğinden, marjinaller, çapulcular, kelimelerine sığınmayı tercih etti.
Toparlamak gerekirse, ki gerekiyor artık, ne dersek diyelim, bu süreci AKP yaratmış olmasa da, verdikleri hızlı reaksiyonlarla durumdan olabildiğince fayda sağladıklarını görmemiz gerekiyor. Benim en büyük endişem son saydığım Açılım konusuyla ilgilidir. Bir dahaki seçimlerde BDP'nin vekil çıkartmasına kesin gözüyle bakılan yerler haricinde BDP oylarının bir bölümünün AKP'ye kaydığına şahit olabilirsiniz. İki parti arasındaki işbirliğinin daha ileri boyutlara taşındığına da şahit olabilirsiniz. Zira AKP'nin o oylara fena halde ihtiyacı var ve Açılım süreci bu oyları çekmek için olabilecek en güçlü etken. AKP'nin o oylara ihtiyacı var, zira 2-3 Haziran itibariyle AKP, daha önce ciddi şekilde nemalandığı "tarafsızların", "aman yahu kime oy vereyim, kimse yok ki" diye düşünenlerin, sadece "ekonomiyi düzeltti adam" düşüncesiyle kendilerine oy verenleri kaybettiğini net bir şekilde anladı.
Neticeyi görmek için zaman gerekecek. Yaptığım analizlerin doğruluğu çok rahat sorgulanabilir ve açık noktalar mutlak suretle vardır. İç siyaset uzmanlık alanım hiçbir zaman olmamıştır. Fakat bu fikirler üzerinde bu konuda uzman kişilerin artık düşünme ve AKP'nin esas niyetini çözme vakti gelmiştir. Halen camiide içilmeyen biraların, sokakta dövülmeyen başörtülü kızların ve AKP'nin direnişçilere yıkmaya çalıştığı daha nice suçlamanın peşinden koşup, gündemi mühendislerinin oyuncağı olmaktansa, CHP ve MHP liderleri oturup "yahu bu adam ne yapmaya çalışıyor, bizi uyuturken alttan neler çeviriyor?" diye düşünmelerinin vakti çoktan gelmiştir. Aksi halde 10 yıldır devam eden uykumuz bu kez de "direniş" görünümü almaktan öteye geçemeyecektir. Artık birilerinin çıkarak bu muhteşem enerjiyi doğru yerlere yönlendirmesi ve ayakta tutması şarttır.
Direnişe devam ama gözler açık, zihinler açık, uyumadan, uyutturmadan...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder