Yarışmaya katılan birçok sporcu, antrenör ve izleyiciyle yaptığım görüşmelerden çıkan sonuç, mevzunun en iyi haliyle bile ancak "kaş yaparken göz çıkarmak" olarak görülebileceği yönünde. Maddeler halinde kısaca anlatalım:
1. MEKAN:
Işıklandırma ve zemin harika. Yani yarışma için anlaşılan ajansın ve AVM'nin sağladığı kalemlerde sorun yok. Sorun organizasyonda, planlamada...
Yarışma için tahsis edilen alan AVM'nin içinde, mağazaların arasında bulunan, normal bir AVM koridoru. Dolayısıyla hakemler, sporcular, masa, kameralar, basın ve seyircileri kaldırabilecek büyüklükte bir yer ayrılmamış. Eh, salsanın İstanbul'da daha bir hafta önce spor salonlarına bile zor sığdığı görülmüşken, bir AVM'nin ufacık bir koridorunda insanların üst üste kalması sanıyorum normal. Bunun öngörülememiş olması ise nereden baksanız anormal...
Yarışmacıların soyunma odalarından çalınan eşyalarına, yaşanan güvenlik sorunlarına ve ufak tefek diğer sorunlara hiç girmeyeyim.
Fotoğraf karesinin sağ ve sol tarafındaki mağaza vitrinlerinden, giriş çıkışlarıda ne gibi sıkıntılar yaşanabileceğini görebilmek mümkün |
2. MEMNUNİYET:
Yarışma alanı ve çevresindeki kalabalık, o koridorda bulunan mağazalara giriş ve çıkışı engellemiş ve bu da mağaza yöneticileri ve AVM yöneticileri arasında ciddi tartışmalara yol açmıştır. Doğal olarak mağaza yöneticileri, kendileri ve ürünleriyle hiç ilgisi olmayan, dikkati tamamen yarışmaya yönlenmiş fakat neredeyse mağazalarının içine kadar girmiş bu kalabalıktan şikayetçi olmuşlar. Zira koridor o kadar kalabalık hale gelmiş ki, gerçekten o mağazaya gelmek isteyen, yarışmayla ilgisi olmayan, gerçek AVM müşterilerinin mağazaya erişimi kalabalıktan dolayı engellenmiş.
Şu gerçeği unutmayınız. AVM'lerin gerçek müşterisi siz ya da ben, ya da herhangi bir başka birey değildir. Bizler AVM'de bulunan mağazaların müşterisiyiz. Ödediğimiz paralar o mağazaların hesabına giriyor. AVM'lerin müşterisi ise o mağazalardır. AVM yönetimlerinin görevlerinden biri, bir takım aktivitelerle AVM'ye daha fazla insan çekmektir. Bu yarışma da aslında jonklör şovu, palyaço gösterisi, ufak tefek konserler gibi haftasonları insan çekmek için düzenlenen organizasyonlarından biri olmuştur, maalesef.
3. MAKSAT:
Peki bu yarışmanın bir AVM'de gerçekleşmesi, en iyi şartlarda ne gibi imkanlar sağlardı?
a. Dansı daha geniş kitlelere yaymak
b. Dansa yönelik algıyı pozitif yönde etkilemek ve bu şekilde belki geleceğe yatırım yapmak (yeni sporcular vs.)
c. Sponsor imkanları. Bu yarışmanın başarılı bir organizasyon olması, AVM açısından poziyif sonuçlanması gelecekte başka sponsorlukların da önünü açabilir.
Bunlara eklenebilecek başka maddeler de olabilir fakat ben biraz daha genel incelemeyi tercih ediyorum. Şimdi bu bağlamdaki sonuçlara bakalım:
a. Evet, dans yarışmasını AVM'de kalabalık bir kitlenin izlediğini görüyoruz. Bu insanların büyük bölümünün de özellikle yarışma için oraya giden, sporcuların eş, dost, akrabası ve normal şartlarda salsayı, yarışmaları takip eden kitle olduğunu öğreniyoruz. Yani dansın şu an dışında bulunan kitleye çok da ulaşılabilmiş değil bu yarışmayla. O yüzden bu argümanı eliyoruz... Kazanım yok.
b. Dansın dışında bulunan büyük bir kitleye ulaşılmış bile olsa, -ki maalesef ulaşılamadı- izleyen her 100 anneden bir tanesi (en iyi ihtimalle) "benim de çocuğum dansa başlasın" dese, elde edilecek maksimum "genç yetenek" sayısı kaç olabilir? 1000 annede 10 kişi, o da hani, belki... Bu da inanılmaz derecede iyimser bir tahmin. Yani pek de geçerli bir argüman değil diyebiliriz. Kazanım yok.
c. AVM açısından yarışmanın, gerçek ve en önemli müşterileri olan mağazalarla yapılan kavgalar, mağazalara ulaşamadığı için küfreden müşterilerle dolu bir etkinlik olarak geçtiğini düşünecek olursak, bu işe girdiklerine pişman olduklarını tahmin etmek pek de zor değil. AVM'lerin genelde büyük şirket ve gruplara ait olduğunu, bu firmaların da birbirlerinden sürekli haberdar olduğunu da göz önünde bulundurduğumuzda, ne Maltepe AVM grubunun, ne de bu yarışmanın etkilerini takip eden diğer firmaların kolay kolay başka bir dans yarışmasına bu şartlar altında imza atacaklarını hiç zannetmiyorum.
Kazanım olmadığı gibi, sponsorluk getirebilecek büyük potansiyeller kaybedilmiştir diyebiliriz.
4. FİNANS:
Bu yarışmanın bir AVM'de düzenlenmesi, maddi bir çalışmadır. Bu işten ne kadar gelir elde edildiği, nasıl bir anlaşma yapıldığı açıklanmalıdır. Bu işten gelir elde edilmediyse, neden karşılıksız bir şekilde Türkiye Şampiyonası isim hakkının bir AVM'ye verildiği izah edilmelidir.
Yok eğer gelir elde edildiyse, bunun tutarı ve neden gelir olmasına rağmen sporculara harcırah ödemesi veya dereceye girenlere para ödülü verilmediği de açıklanmalıdır.
Genel Kurul'a katılacak delege arkadaşların ilgisine sunulur...
5. HAKEMLER ve "ARTİSTİK JÜRİ"
Bu yarışmada da, tıpkı sezon boyunca olduğu gibi, TDSF Salsa Merkez Hakem Kurulu tarafından görevlendirilen hakemler görev almıştır. Fakat üç popüler ve halk tarafından tanınan isim "artistik jüri" ismi altında ön plana çıkartılmış, sanki yarışmaya dair bütün kararları bu heyetin aldığı intibası yaratılmıştır. Öyle ki, yarışmanın esas ödülü olan Türkiye Şampiyonluğu'nu kazanan Melisa ve Cem, aynı yarışmayı alt sıralarda tamamlayan, fakat "artistik jüri" tarafından "özel ödüle" layık görülen Nusret Dişçi ve Su Bilge Korucu çiftinden daha az ilgi görmüştür.
Bu durumun üç sakıncası olduğundan yarışmadan önce bahsetmiş ve yetkilileri -yine kendimizce- uyarmıştık:
a.) TDSF resmi hakem heyeti dışında birilerinin, herhangi bir resmi değeri olmasa bile aynı yarışmaya dair değerlendirme yapıp, derece vermelerinin sakıncasından bahsetmiştik. Şimdi halkın gözünden duruma bakarsanız ya ünlü isimlerden oluşan jüri bu işi çok iyi biliyor, diğer hakemlerin podyuma layık görmediği bir performans sergileyen çifti, kendi birincileri ilan ettiler.... Ya da bu ünlü isimlerimiz hiçbir şeyden anlamıyor olmalı ki, onların birincisi, diğer hakemlerin gözünde hayli alt sıralarda kaldı... Halk elbette sevdiği, bildiği ünlü isimlerin kararına daha çok değer vermiş, saygı duymuştur. Ne de olsa federasyonun resmi hakemlerini televizyonda görmüyorlar. Oysa biliyoruz ki, bu ünlü isimlerin değerlendirmelerinde, hakemlerimizin dikkat ettiği sportif hususların pek kıymeti yok.
b.) TDSF hakemliği bu camianın en saygın, en kıymetli ve el üstünde tutulması gereken pozisyonlarından biridir. Hakem olmak sorumluluk ister, bilinç, eğitim, tecrübe, sabır, stres yönetimi, adalet, empati ve daha nice mesleki ya da kişisel özellikler gerektirir. Bu değerli titri taşıyan isimlerin, reklam ve pazarlama uğruna, ne kadar sevsek, beğenerek takip etsek de, TDSF'nin temsil ettiği "dansın sportif tarafıyla" uzaktan yakından ilgisi olmayan kişilerin altında konumlandırılıp, sunulması -bugüne kadar bu camiada gördüğüm en büyük ayıptır.
Bundan sonra federasyon yetkilileri yarışmalardan önce çıkıp konuşuırken "değerli hakemlerimiz" diye hitap ettiklerinde ne kadar ciddiye alacağıma emin olamıyorum şahsen.
c.) Bu iki maddeyi birleştirdiğimizde, halka daha iyi tanıtılmak istendiği için AVM'de düzenlenen dans sporu branşlarından salsa Türkiye Şampiyonası'nın, aslında halka yanlış tanıtıldığı sonucuna varabiliriz. Halk belli sportif değeri olan net ve kesin kurallar çerçevesinde değil, tıpkı televizyondaki yarışmalarda olduğu gibi güzellik yarışması formatında, kişisel takdir ve beğenilere göre kanaat getirildiğini düşündü. Zira onlara göre yarışmanın biricisi, ünlülerden oluşan "artistik jüri"nin seçtiği çift oldu. Onlara göre televizyonda yapılan şov nitelikli yarışmalarla, bizim en prestjili yarışmamız olması gereken Türkiye Şampiyonası'nın bir farkı yok; hatta birisi kendisine TV kanallarında 15-16 hafta boyunca yer bulabilirken, diğeri İstanbul'un ücra bir köşesindeki Maltepe Park AVM'de yer bulabilmiş...
SONUÇ:
Bunları ben değil, halk düşünüyor ve söylüyor. Dansı sevsin diye uğraşılan halk. Zaten sıkıntı da burada başlıyor. Dansı değil, dans sporunu sevdirmektir Federasyonumuzun görevi. Federasyonumuz dansla değil, Dans Sporu ile ilgili faaliyetler yürütmesi gereken bir kuruluştur. Çünkü federasyonumuz bir "spor federasyonudur". Maalesef mevcut yöneticiler ve bu federasyonun kurulduğu günden bu güne geçen sürenin yarısından fazlasında başkanlık yapmış olan mevcut federasyon başkanımız bu durumun farkında değillerdir.
Koskoca Türkiye Şampiyonası'nın bir otel animasyonuna benzetilmesine izin vermelerinden ne yalan söyleyeyim başka bir anlam çıkartamıyorum zira.
" Federasyonumuz dansla değil, Dans Sporu ile ilgili faaliyetler yürütmesi gereken bir kuruluştur. Çünkü federasyonumuz bir "spor federasyonudur". " Atladığımız açı şu ki bahsi geçen Başkanımız dans sporu kökenli değil DANS kökenlidir. Tüm bakış açımızı değiştiren, hoşlanılmayan eleştirilere sebep de tam bu noktadır. Mevzuuya Dans Sporu diye bakılmadığından Sporumuzu dans adı altında ayaklar altına alınmaktadır. Ben ki salsa ya spor olarak çok sıcak bakmam Bu Avm mevzuu delirtti beni.
YanıtlaSilKatılıyorum. Bence de salsa şu an tam anlamıyla spor olmasa da, sporlaştırılabilir bir durumdadır. İlgim de eski bir dans sporcusu olarak bu yüzdendir.
SilBir spor federasyonun başkanı veya yönetiminin hangi kökenden (Spor, sanat vs.) geldiği o federasyona bağlı olarak spor faaliyeti yürütenleri bu denli etkilememelidir.
Başkan spor kokenli değilse, yonetim kurulunda birileri olmalıdır... Orada da yoksa, alt kurullarda kulüp, sporcu, hakem, antrenörlükten gelen isimler yönetimi ve başkanı "sportif bakış açısına" yönlendirmelidir. İşlerine sahip çıkmalıdır.
Salsadaki esas sorun maalesef, kurullarda da kimsenin konuya "sportif" gözle bakmıyor olmasıdır.