"Bucket List"
Hepimizin kendince "bunu mutlaka yapmalıyım" dediği şeyler vardır hayatta. Günlük iş yoğunluğundan, hayatın default hengamesinden dolayı öyle her dakika aklımıza gelmiyor bu tip şeyler maalesef. "Bucket List"i seyrettiyseniz hatırlarsınız. Orada bile 60'ına gelmiş iki adam daha yeni yeni bir liste haline getiriyorlardı hayatta mutlaka yapmak istedikleri şeyleri. Oysa aslında hayatını bunlar uğruna yaşamalıdır bir insan; ancak öyle mutlak keyif alınır hayattan gibi geliyor bana. Neyse efendim, mümkün mertebe azaltmak suretiyle 10 maddeye indirmeye çalıştım kendi listemi. Önceliğe veya öneme göre herhangi bir sıralama yoktur. Sizinkileri de duymak, görmek, okumak ister gönül comment olarak.
Le List de la Bucket
"lö list de la bukö" diye okunur :)
1- Şükrü Saraçoğlu'nda dolu tribünler önünde 15 dakika bile olsa Fenerbahçe formasıyla ve takımdaki gerçek futbolcularla oynamak. Opsiyonel olarak beraber oynayacağım 11'i de seçebileceksem eğer:Schumacher - Gökhan Gönül, Lugano, Uche, Roberto Carlos - Oğuz Çetin, "Erdem Özkan", Rıdvan Dilmen, Tuncay - Van Hooijdonk, Alex
15. Dakikada benim yerime oyuna Anelka girsin, Alex orta sahaya çekilsin, Anelka forvete geçsin lütfen, teşekkürler. Bir grup taraftar oyundan çıkarken beni yuhalasın, buna karşılık Aziz Yıldırım ayakta alkışlasın. Ha bir de Teknik Direktör Aykut Kocaman olsun, vasiyetimdir.
Not: Bu kadro elbette ideal bir Fenerbahçe kadrosu değildir. Tamamen "şununla da oynamış olayım" diyerek oluşturulmuştur. Futbol bilgime sövmeyiniz :)
2- Nick Hornby ve Terry Pratchett'la birlikte kahvaltı, brunch, öğlen yemeği, beş çayı ve akşam yemeği... Hepsi ya da herhangi biri kabulümdür. Şundan bir ay önce olsa ikisiyle de ayrı ayrı olsun bu organizasyon derdim, Pratchett'ın -muhtemelen- sınırlı futbolseverlğinin Nick Hornby'le oluşabilecek sınırsız futbol geyiğine ket vurabileceğini düşünerek. Lakin Pratchett'ın son kitabı (Unseen Academicals) göstermiştir ki, her İngiliz doğuştan futbolu sever, futbol-sever doğar. Organizasyonun Londra yerine İstanbul'da gerçekleşmesi tercihimdir (ki benden sonra başkaları da istifade edebilsin muhteşem ikiliden, evet).
Terry Pratchett ve her zaman taktığı şapkası... Hemen ardından da en son "An Education" kitabıyla yine o sevdiğimiz "İngiliz usulü Hollywood filmlerine" hammade sağlayan Nick Hornby
3- Herhangi bir yerde, herhangi bir zamanda sağlam bir orkestrayla başta Tuesday's Gone olmak üzere, Green Onions ve Sweet Home Chicago çalmak. Aklıma gelmeyen başka şarkılar olabilir, onları da Anchor yaparız. Seçme şansım olsa söz konusu konserin Chicago House of Blues'da (HoB) gerçekleşmesini isterdim. Elbette orkestra olarak da "The Blues Brothers Band" fena olmazdı hani. Yanına BB King de mi koysak ne yapsak, hmm...
House of Blues... Üst tarafta farklı dinleri simgeleyen sembollere dikkat... "All Are One"
Alternatif olarak: Yine benzer şekilde profesyonel bir orkestrayla, hatta ve hatta Big Band'le, stüdyoya girip My Way, You're the Sunshine of My Life ve New York, New York söylemek ve bunu kaydetmek. Satmak için değil, eşe dosta dağıtmak için. İki müzisyen arkadaşım evlenirken davetiye yerine kapağında kendi fotoğraflarının bulunduğu 3 şarkılık buna benzer bir CD hazırlamışlar stüdyoya girip. Kendilerine de selam olsun buradan, iyi fikirdi. Hala dinliyorum :)
4- Ercan Taner'in sunduğu, Rıdvan Dilmen'in yorumladığı, canlı yayımlanan bir maçta ikinci yorumcu olmak ve Rıdvan'dan önce "Gol olur" demek... Olayın değerini arttırmak adına söz konusu pozisyon Türkiye'nin yer aldığı bir milli maçta gerçekleşmelidir. Aynı zamanda golü rakip oyuncu kendi kalesine atarken bilmeliyim ki kıymeti olsun. Yoksa "kolay zaten, bunda bir şey yok ki" diyebilir Rıdvan Dilmen. :)
5- Herhangi bir NFL Super Bowl karşılaşmasını yerinden, kanlı canlı izlemek... Yok, düzeltiyorum. Herhangi bir Super Bowl değil, San Francisco 49ers'ın oynadığı bir Super Bowl olsun bir zahmet. Maçın Los Angeles Rose Bowl'da oynanması tercih sebebidir. Oralar çok da soğuk olmaz hem Super Bowl zamanı, üstü açık da olsa stadın seyrederiz paşa paşa.
Pasadena'daki Rose Bowl Stadyumu. Amerikan Kolej Ligi takımlarından USC'nin evi...
Indiana'daki 81.000 kişilik Notre Dame Stadı
Bunun yedeği, ya da B şıkkı diyelim, şudur: Herhangi bir Notre Dame Fighting Irish maçını canlı izlemek. Sezonun son maçı olması tercih sebebidir.
6- Sağlam sponsorlarla, televizyondan canlı yayımlanacak şekilde Türkiye'de bir IDSF World Championship düzenlemek ve bu organizasyonu başından sonuna tamamen üstlenmek. Bilmeyenler için: IDSF (International Dance Sport Federation) dans sporunun FIFA'sı olur. World Championship de bu sporun en iyilerinin katıldığı yarışmadır. Yıllarını bu spora vermiş, yarışmadan yarışmaya sürüm sürüm sürünmüş bir adam olarak haliyle en büyük hayallerimden biri de budur. Hayal kırıklığı yarattıysak, mazur görünüz, idealistim spor konusunda biraz. Alışmış kudurumuştan beterdir misali, hem bıkıp bırakıyoruz bu işleri, sonra da hayaliyle yatıp kalkıyoruz işte. :)
2009 IDSF World Champ Maribor, Slovenya'daki bu salonda yapılmış. (Smiley'le nasıl burun kıvırılır bilemedim, siz gözünüzde canlandırın bir zahmet...) Bu organizasyonu Türkiye alsa ne salonlarda, ne otellerde yapılır, bir daha da başka ülkeye vermezler emin olun.
7- Büyük bir spor kulübü veya federasyonda yönetici olarak görev yapmak. Tercihim elbette Fenerbahçe ve Türkiye Futbol Federasyonu olurdu ancak benzer kurumlara da hayır demezdim hani. Evet, konu spor olunca hem idealistim, hem profesyonelim suç mu!? :)
8- Uçak kullanmak. Öyle yalandan havadaki uçağın kokpitine girip, iki dakikalığına koltuğa oturmak değil elbette. Adam gibi gidip eğitimini alıp, Cessna'yla falan başlayıp sonra bir yolcu jeti uçurmak isterdim. Uzun mesafe uçalım, kıtalararası gidelim, hatta Karayipler'de bir yerlere inelim mümkünse. Tatil yapar döneriz fena mı olur işte...Hmm... İşin rengi nasıl da değişiyor altımda uçak olunca değil mi? "Bodrum neyine yetmiyor aç gözlü herif!" :) Eh oraya arabayla gitmek daha keyifli, ne o öyle uçakla 45 dakikada bitiveriyor yol. Nerede bunun molası, çöp şişi, tostu, ayranı? Yolculuk dediğin biraz uzun olur, ancak o zaman keyfi olur... O zaman şöyle özetleyelim bu başlığı: Kendi kullandığım uçakla, aileyi, eşi dostu, sevdiceği de alıp Karayipler'e gidip, orada tatil yapmak. Budur.
"Lost" esprisi yapmıyorum. Biliyorum ki aranızda "lostzedeler" var. :) Ama fena da olmazdı hani şu manzaranın üzerinde uçmak...
9- Jack Black, John Cusack, Michael J. Fox, Christopher Lloyd gibi adamların oynadığı bir filmde "Cameo" olarak yer almak. Nasıl olsa bu adamların oynadığı tüm filmleri toplayıp arşivliyorum. İlla ki onu da alırdık, yoksa ben gözüküyorum diye değil yani, ne alakası var! Ha bu arada Jessica Biel'le falan böyle hafifen samimi bir sahnem olursa çok makbule geçer sevgili yönetmenim... (Stephen Frears ya da Jon Favreu olur muhtemelen kendisi bu arada, öyle uygun gördüm.)
10- Gidip, parası neyse verip, ne kadar zaman gerekiyorsa ayırıp, icabında yıllarca uğraşıp okyanusta o dalgaların arasına çıkabilecek kadar Surf yapmayı öğrenmek. Akabinde muhtemelen önce Pasifik, ardından Atlantik ve son olarak da Avustralya sahillerinde bu zevki yaşamak isterdim. Lakin bendeniz çöldeki deve (bedevi diyenler de var) misali bir adam olduğumdan, dünyada en çok köpekbalığı saldırısına rastlanan yer olan Avustralya sahillerinden sağ çıkmam pek mümkün olmazdı herhalde. O bakımdan benim açımdan Antartika'ya gidip penguen sevmek daha güvenli bir seçenek sanırım. (Böyle de bağlar, sıkıştırırım iki dileği tek maddeye...)
Genel Not: Tüm bu aktiviteler elimizde bir zaman makinasının bulunmadığı göz önüne alınarak tasarlanmıştır. Yoksa yaratıcılıkta sınır tanımam da, neyse...
Benden bu kadar. Sizin listelerinizi görelim, belki kopyalamak istediğimiz bir şeyler olur. "Yok ben vermem kimseye hayallerimi" derseniz, takas ederiz canım nedir yani!? :)
" ...."
4 ve 6 ya bayıldım:D
YanıtlaSil