10 Eylül 2009 Perşembe

Milli Takım: 2010 ve Sonrası

09.09.09 Bosna Hersek 1 - Türkiye 1

Açıkçası galibiyet bekliyordum gayet emin bir şekilde. Zor bir maç olabilir ama bir şekilde kazanırız, diyordum. Hatta "kaybederiz" düşüncesinde olanları da 2 gün yermiştim, evet. Ama işte hep söylenen klişe laflar vardır ya "futbol bu; top yuvarlaktır; günümüzde küçük takım büyük takım ayrımı kalmadı; vs". İşte öyle bir şey oldu o gün Bosna'da. Dolayısıyla bu beraberlik bizim büyük bir ulusal takıma sahip olduğumuz gerçeğini değiştirmez. 2010'da Afrika'da olmamamız da bu gerçeği değiştirmez. Nasıl ki İngiltere, Fransa gibi takımlar son 10 senedir bazı büyük turnuvalara katılamadılarsa, ya da katılıp da gol bile atamadan evlerine döndülerse 3 maç sonunda, biz de böyle inişler çıkışlar yaşayabiliriz.

Şimdi, öncelikle durumu bir inceleyelim. 2 maçımız var. Belçika devreden çıktı. İspanya garantiledi. Bosna Hersek ile 2.lik için çekişeceğiz. Daha doğrusu Bosna Hersek'in elindeki bu altın fırsatı değerlendiremeyip, önündeki her iki maçtan (Estonya deplasmanı ve İspanya) da puan kaybıyla ayrılmasını bekleyeceğiz. Bu arada bizim de gidip Belçika'yı deplasmanda ve Ermenistan'ı da evimizde yenmemiz gerekiyor. Ben bu noktada bir sıkıntı görmüyorum. En büyük tehdit teknir direktör değişikliğine gidecek Belçika'nın, bu olayın heyecanıyla yeni döneme iyi bir başlangıç yapmak için maça sanki Dünya Kupası finali gözüyle bakacak olması. Her ne olursa olsun Türkiye önündeki iki karşılaşmayı da kazanacaktır inancındayım. (Evet açtım yine şom ağzımı, hadi hayırlı olsun.)

Bosna Hersek Puan Kaybeder mi?

Bu noktada bizim kazanacağımız maçlardan çok Bosna'nın kaybedeceği puanlar önem taşıdığından rakibimizin rakiplerinin şansını şöyle bir incelemekte fayda var. Estonya ile başlayalım. Estonya'nın bir iddiası yok, evet. Fakat zaten hiçbir zaman olmadı ve uzunca bir süre de olacağa benzemiyor. Dolayısıyla da Estonya (ve benzeri takımlar) bu tip eleme maçlarının 3. ya da 4. fikstüründen sonra artık gruptan çıkma hedefinden uzaklaşıyorlar ve özellikle içeride oynadıkları karşılaşmaları kazanarak belli ölçüde bir alışkanlık yaratmaya gayret gösteriyorlar. O yüzden Estonya bu maça asılmaz dememiz doğru olmaz; bizi de hiç bir iddiaları olmamasına rağmen gayet zorladılar. Taktik olarak iyi kapanan, sert ve disiplinli oynayan bir takım. Bu özellikleri ile Bosna Hersek'e evlerinde zorluk çıkartacaklarından eminim. Bir başka deyişle Bosna Hersek, Estonya'da Ermenistan deplasmanında olduğu gibi yürüye yürüye kazanamayacaktır. Sonuç olarak, Estonya'nın bu karşılaşmadan 1 puan alabilme ihtimali küçümsenmemeli.

Gelelim İspanya'ya. İspanya günümüzde artık öyle bir takım haline geldi ki, galip gelir mi diye sorgulamaz olduk. Daha şimdiden fifa'nın resmi internet sitesinde İspanya'yı Güney Afrika'da şampiyon yaparcasına haberler yayımlanıyor. Kendileri de bunun farkında ve aslında başka bir şeyin peşinde koşar oldular. Haziran 2009'da Konfederasyon(lar?) Kupası'nda rekora ulaşamadan kaybettikleri galibiyet serisi... Kısacası İspanya'nın Bosna'ya "yatması" gibi bir durumun söz konusu olacağını düşünmüyorum. Evet, belki as oyuncularıyla gitmeyebilirler Bosna'ya -ki Del Bosque'nin Türkiye ile yakın geçmişte yaşanan husumeti düşünüldüğünde bunu bile yapacağını sanmıyorum. Ama yedek oyuncuları veya İspanya'nın 2. Takımı bile Bosna'da kendilerini göstermek ve Güney Afrika'ya gidecek kadronun içerisinde yer edinmek için galibiyete oynayacaklar, bundan eminim. Bu maçta da Bosna Hersek'in puan kaybedeceğine inanıyorum.

Fatih Terim kalmalı mı gitmeli mi?

Herşey böyle gelişirse -ki Fatih Terim'in kariyeri göz önünde bulundurulduğunda bu tip şanslı zincirlere rastlamak mümkün- 2010 için halen bir şansımız olduğu gözüküyor. Problem şu ki artık ipler bizim elimizde değil. Bu da hep bahsettiğimiz "büyük takım" Türkiye'ye yakışan bir durum değil.

İş iyice tehlikeye girince Fatih Terim'in durumu daha bir yüksek sesle konuşulmaya başlandı. Daha 4 yıllık kontratının başında sayılabilecek bir dönemde Terim. Bu açıdan bakıldığında bu takımı 2012 Avrupa Şampiyonası'na da hazırlaması beklenir. Ancak tabi burası Türkiye ve Terim'in de yeniden bir kulüp takımının başına geçme yönündeki şiddetli arzusu alenen konuşulmakta (kendisi tarafından bile).

Buna mantıklı bir çerçeveden bakacak olursak uzun bir süredir sadece teknik direktör olarak kulübede değil, bir çok farklı birimden oluşan bir büyük organizasyonun başında bulunan Terim'in, başlattığı projeleri tamamlamasını beklemek en doğrusu olacaktır. Bu turnuvaya gidememiş olmamız Terim'in apar topar görevden alınmasıyla sonuçlanacak bir süreci başlatmamalıdır ki zaten Mahmut Özgener ve ekibinin de bu mentalitede çalışan yöneticiler olmadığını gözlemleyecek bir çok fırsatımız oldu. Dolayısıyla düğümün nasıl çözüleceği Terim'in egosuna ve bu takımın başında kalıp kalmamakla ilgili alacağa kararlara bakıyor. İşte bunu ben de bilemiyorum; Terim'in kendisi ve ailesinden başka da bilen olduğunu sanmıyorum. Varsa çıkıp anlatsın lütfen, merak ediyoruz...



"Terim'in görevi bırakması durumunda ne yaparız" sorusunu bence federasyon yetkililerinin artık yavaş yavaş düşünmesi gerekiyor. Hemen klişeleşmiş sorularla başlayabilirler mesela...

"Yerli hoca mı, yabancı hoca mı?"
"Yaşlı ama tecrübeli mi olsun, genç, hırslı ve hevesli mi?"
"Terim'in yardımcılarından faydalansak nasıl olur, Oğuz Çetin, Metin Tekin mesela?"
"Daha önce mili takım çalıştırmış ve başarılı olmuş bir isim şart mı, yoksa kulüp takımlarında başarılı bir hocayı da getirebilir miyiz acaba hmm?"

Başka bir deyişle, İngiltere'nin Capello modeli mi (Yabancı, tecrübeli, kulüp takımı kökenli), yoksa Almanya'nın Löw modeli mi (önceki Teknik Direktör Klinsmann'ın yardımcısı, genç denebilecek ve henüz ismini ilah yapacak derecede bir başarı elde etmediğinden hırslı) uygulanmalıdır?

Bu elbette her zaman düşünülmesi ve değerlendirilmesi gereken bir konu. Şu an bir teknik direktörümüz var ve bu şekilde devam etmek bence en doğrusu. Ama "ne olur, ne olmaz" diyerek Terim'in olmadığı bir senaryoda Türk Milli Takımı için en uygun Teknik Direktör modelini de ilerleyen günlerde incelemekte fayda görüyorum. O zamana kadar biraz düşünelim hep birlikte...

Saygılar, Sevgiler...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder