8 Eylül 2009 Salı

Unutulmaz Takım

Türk Milli Futbol Takımı, 1996 senesinden beri dünya futbolunun zirvesi kabul edilebilecek turnuvalarda küçümsenemeyecek başarılar elde ediyor. 1998, 2004 ve 2006 turnuvaları haricinde bu takımın katılıp da başarısız olduğu bir büyük organizasyon yok. Hani dillere pelesenk bir deyim var ya Galatasaray'ın 2000 UEFA zaferinden bu yana: "Önemli olan Avrupa Şampiyonu olmak değil, her sezon en azından oralara yakın bir yerlerde, çeyrek finallerde, yarı finallerde bulunmaktır", ya da benzeri... İşte Milli Takım bunu aslında başarmış durumdadır. Bu yüzdendir ki son Avrupa Şampiyonu ve neredeyse kusursuz bir futbolu rakibi umursamadan oynayan İspanya bile karşımıza geçtiği zaman kendi ezberinin dışına çıkıp bize karşı önlem almak zorunda kaldı.

"Ekolümüz yok" diyoruz yıllardır. O "ekol" sanki oluşmuş da biz farkında değiliz gibi geliyor bana. Şöyle bir düşünün; bu takımın başarıya koştuğu, kendisinden beklenen dereceleri aştığı her turnuvada ne kadar mücadele ettiğini, ısırdığını, pres yapıp savaştığını hatırlayın. Maçın ilk dakikasından (Hakan Şükür 2002 Dünya Kupası 3.lük maçı, 11. saniye golü) son dakikasına kadar (2008 Avrupa Şampiyonası'nda İsviçre, Çek Cumhuriyet, Hırvatistan ve herşeye rağmen Almanya karşılaşmaları) mücadele eden, maça asılan, kaybetmeye tahammül etmeyen bir Milli Takım görüyoruz yıllardır. Bu takımın "takım kalitesinde" ya da oyuncularının bireysel yeteneklerinde ve kazanma arzularında çok büyük değerler yatıyor. Ben bugüne dek böyle mücadele edip, maçın her anında skoru istediği yöne çevirebilen başka bir ulusal takım hatırlamıyorum açıkçası. Dolayısıyla kendiliğinden oluşmuş, milli karakterimizle çok da benzer özellikler taşıyan ve tam da bize uygun bir ekolümüz var aslında.

Uluslararası turnuvalarda futbol tarihi boyunca fark yaratmış ve akıllarda kalmış her takımın ortak bir özelliği olduğunu düşünüyorum. Bunu sanırım en iyi 80'lerin ve 90'ların meşhur klişe tabiri "kolej takımı havası" ifade edecektir. Bu özelliğe sahip ulusal takımlar, oyuncuları birlikte çok az antreman yapmış olsa da, teknik direktör oyuncularına maç taktiğini bir kulüp takımına kıyasla çok daha kısa sürede açıklamak durumunda olsa da sahaya çıktıklarında kendi ülkelerinin en başarılı kulüp takımından daha üstün bir performans ortaya koyabiliyorlar. O yüzden unutulmaz takımlar halini alıyorlar. Örneğin İspanya... Liginde Barcelona adında futbola benzeyen ama daha çok bugüne dek görülmemiş güzellikte bir çeşit dans sergileyen bir takım var. Sizce İspanyol Milli Takımı'nın Barcelona'dan aşağı kalır tarafı var mıydı son şampiyonada? Aynı şeyi neden günümüzün İngiltere'si, İtalya'sı, Fransa'sı yapamıyor peki? Onların oyuncuları daha mı kalitesiz? Hani Chelsea'yi, Manchester United'ı oluşturan oyunculardan bahsediyorum...

Denebilir ki "neticede o ülkenin en iyi oyuncularının oluşturduğu bir kadro, elbette kulüp takımından iyi oynayacak". Ancak iş sadece oyuncu kalitesiyle alakalı değil, bunun örneklerini bizzat biz ülke olarak çok defalar yaşadık (bkz. Türkiye-Letonya 2004 playo-off eşleşmesi). Bizim Milli Takım'ımız da kendi liginin ve kendi ligindeki tüm takımların üzerinde bir futbol kalitesi sergiliyor. İlk haftaları itibariyle bu sezon ligin açık ara en iyi futbolunu oynayan Galatasaray'dan bile daha çarpıcı... Üstelik Fenerbahçe gibi maç da seçmiyor. Estonya'ya da İspanya'ya da aynı futbolu oynamaya çalışıyor. Bünyelerindeki muhteşem futbol potansiyelinin her damlasını izleyenlere ve rakiplerine hissettiriyor bu takımın oyuncuları.

Neden oturup tüm bu yakın futbol tarihimizle ilgili aslında bildiğimiz fakat çoğu zaman gözardı ettiğimiz gerçekleri yazma gereği hissettim? Çünkü yarın Bosna ile önemli bir karşılaşmaya çıkıyor Milli Takım. Haliyle ülke gündemi de bu olayın çevresinde dönüyor bir süredir ve maalesef ben bu karşılaşmayla ilgili dinlediğim bazı yorumlara anlam veremiyorum. Yanlış anlaşılmasın rakibi küçümsemekten bahsetmiyorum ama Bosna karşısında kazanma şansımızın daha az olduğunu düşünen ve bunu fütursuzca ifade eden bir futbol yorumcusunun editörü olsam "emin misin? Bak bir daha düşün istersen" diye uyarırdım yazısını yayımlatmadan önce. Yok, tamam itiraf ediyorum; muhtemelen kovardım. Bosna'ya "iyi takım, dikkatli olmalıyız" gözüyle bakmamızın sebebi şu anda grupta bir şekilde üzerimizde bulunmalarından kaynaklanıyor aslında. Biz artık dünya futbolunun önde gelen ulusal takımlarından birine sahibiz. Türkiye'ye karşı Dünya'nın neresinde olursa olsun oynamaktan çekinmeyecek bir takım olduğunu düşünmüyorum. O yüzden biz de Bosna gibi geçici veya düzensiz çıkışlar yaşayan ekiplerden çekinmeden, büyüklüğümüzü bilerek çıkmalıyız o sahaya. Kim olduğumuzu bilerek ve kendimize güvenerek oynamalıyız. Brezilya'ya karşı takımı öne geçiren golü atıp zerre kadar sevinme ihtiyacı duymayan 2002 model Hasan Şaş karizmasında olmalıyız her daim. Çünkü biz artık büyük, unutulmaz bir takımız.





"...there is a word for defeat in turkish — yenilgi — although it is fair to presume that these players do not know the meaning of it".

"...no team, surely, could come back from that. and no team would; except that turkey are not a team in this tournament, they are a phenomenon, a force of nature. this is a campaign of almost mythical purpose".


-Times



(Cenk'in 21 Haziran 2008 tarihli yazısında rastlamıştım buna. 2008 Avrupa Şampiyonası'nda Hırvatistan karşılaşmasından sonra Times'da yer alan yorumlar... Kendimize kendi gözümüzle değil biraz da başkalarının duyduğu saygı çerçevesinde bakarsak daha iyi anlayabiliriz durumu.)


Kısacası tamamen futbol yeteneklerinden ve takım ruhundan dolayı rakipleri için bu kadar can sıkıcı, asap bozucu olabilen, sürekli didikleyen, deneyen bir takıma biz de biraz güvenirsek ve gereksiz yere çevremize korku, endişe hormonları salgılatmaszsak bu takım yüzünden 2010 Güney Afrika Dünya Kupası'nda tam 7 maç boyunca vuvuzela ve Ömer Üründül çilesi çekeriz. Bilmem anlatabiliyor muyum :)


"We can't fail. We're on a mission from God."
- Elwood Blues, The Blues Brothers; 1980

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder