12 Ocak 2010 Salı

Yeter artık Adanalı!

Yerli diziler hakkındaki genel yorumum aslında çok acı. Bir çeşit teorim var; günümüzün tüm yüzeysel, suni didişmelerle dolu ilişkilerinden, belirli bir mantığa dayanmayan sert erkek triplerinden, seri üretimden çıkmışcasına birbirine benzeyen ve sokakta her iki adımda bir gördüğümüz kızlarından, tamamen bu yerli diziler sorumlu. Bir de MTV var, o da başka şeylerden sorumlu ama apayrı bir konu olduğu için girmiyorum şimdi...
"Ne alakası var yerli dizilerin tüm bunlarla", diyeceksiniz. Polat Alemdar her hafta aynı donuk ifadeyle evlerimize girmeye başladığı dönemlerde Ankara'da okuyordum. Bir süre sonra etrafta daha fazla takım elbiseli ama kravatsız, kimisi pis sakallı, kimisi sinek kaydı -ama asla top sakallı değil- Kurtlar Vadisi'nden fırlamış insan suretleri görmeye başlar oldum. Tesadüf mü? Olmadığını hepimiz biliyoruz.

Peki ya bitmek bilmeyen, "başı dertten, poposu bilmemneden" bir türlü kurtulmayan insanlarla ilgili, saçma sapan yanlış anlamalar, tek bir kelime söylense hiç oluşmayacak problemler üzerine kurulu sayısız diziye ne demeli? Bunları görüp, ilişkilerin böyle yürütüldüğünü zanneden o kadar çok insan tanıyorum ki. Konuşup, tartışıp problemi tanımlayıp, çözmek yerine gereksiz triplere, kapı vurup çıkmalara bel bağlıyor bu insanlar... Dramatize ediyorlar yani durumu aslında, aynı bizim dizilerdeki gibi.

Bu denli zararlı bir hadise, zaten doğru düzgün bir aile ilişkisi ve eğitimden yoksun kalmış toplumumuz için bu tip diziler. Bu suçun baş sorumluları elbette yapımcılar ve senaristler. Toplumun zaafını farkedip, yıllardan beri belirli bir program içinde bu tip dizilere alıştırdılar insanları. İnsanlar dizi olmadığı zaman ne seyredeceklerini bilemez hale geldiler. Uyuşturdular resmen... "Biz insanlara, kendi hayatlarından kesitler sunuyoruz... Kendilerini buluyorlar bu dizide", şemsiyesine sığındılar.

Hadi onlar tamam, para peşinde koştular, anlıyorum... Peki ya yönetmenler? Bari siz adam gibi bir iş çıkartın ortaya da topluma saldığınız bunca zehre "sanat" diyebilelim. Rezalet! Çok ama çok az istisna haricinde son 10 yıldır televizyonda izlediğim tüm yerli diziler tek kelimeyle "RE-ZA-LET"!!!

Örnek, sanırım 3 sezondur ATV'de devam eden "Adanalı". Senaryoya -diyaloglara ve detaylara değil- baktığınız zaman standart bir aksiyon filminde karşınıza çıkabilecek her türlü klişeyi bulabilirsiniz. Bu anlamda kötü değil; bilakis çok iyi bir fikir. Tüm kanallar gereksiz dram ve ağlak aşk dizilerine boğulmuşken, çok iyi bir fikir aksiyona dayalı bir dizi yaratmak. Fakat işte beceremiyorlar. 3 sezondur bir adım ilerleyemiyorlar. Sürekli seyretmiyorum, hatta özellikle seyretmemeye dikkat ediyorum ne kadar başarısız olduğunu bildiğimden. Ama işte bazen bir yerde otururken gözünüze takılıyor, bazen evde denk geliyorsunuz zap'larken. İşte o zaman gülüyorum ağlanacak haline bu dizinin. Dünya kadar da para yatırıyorlar işin kötüsü... Ve çok sevdiğim bir adam oynuyor üstelik, Oktay Kaynarca.

Ne var da bu kadar başarısız bu dizi peki? Hemen örnek vereyim bir kaç tane. Adamlar Merkez Bankası'nı soyuyor. Kasa epey büyük komplike bir kapının arkasında ve adamımız bu kapıdan giriyor içeri, neydi adı babanın, Maraz Ali, evet... Merkez Bankası'nın içinde o kasanın kapısına bakan bir tane kamera yok! Ya da koskoca Merkez Bankası'nın bir güvenlik odası yok, o kameraları kontrol eden. Uyaramıyorlar aşağıdaki güvenlik görevlilerini "hacı, sizin asansör tamircisi kasayı açtı oğlum, salak mısınız nesiniz" diyerek.

Ya da mesela muhteşem Maraz Ali sevgilisiyle birlikte -ki berbat oynuyor kızımız kusura bakmasın- bir rıhtımda polislerden kaçarken, mütemadiyen durup durup, bir konteynırın arkasından polislere ateş açıyor. Ne var bunda diyorsunuz belki ama işte izleseniz, o kadar gereksiz bir hareket ki! Sırf çatışma olsun diye koyulduğu bu kadar belli edilmez bir sahnenin. Bir kere yapsalar iyi, en az 3-4 kez arka arkaya koyuyorlar aynı sahneyi. Hepimiz biliyoruz o sahnede kimseye birşey olmayacağını. Ne gerek var bu kadar uzatmaya!

Şu da var: Maraz Ali hapishaneye düşer. Avluda abimizin etrafını sarar bir gurup mahkum ve şişlemek isterler kendisini, tabir caizse. 5-6 Kişidir Ali'nin rakipleri. Ama tabi kafalarında beyin yerine löp et olacak ki, tek tek girişmeyi uygun görürler. Tamam, çok standart bir aksiyon filmi klişesi, ama işte Hollywood yaptığı zaman bana bunu düşündürtecek zaman bırakmıyor adamlar. O kadar hızlı gelişiyor olaylar yani. Oysa bu sahne 15 dakika falan sürdü Adanalı'da. Ruhumu teslim ediyordum reklama girmese dizi.


Son olarak yönetmen -her kimse artık bakmaya lüzum görmüyorum ismine- o kadar başarısız ve midesiz ki, Oktay Kaynarca gibi yakışıklı bulduğum bir adama bile bakarken tiksinmemi sağlayabiliyor, sağolsun. Yahu, adama bir imaj yaptınız hadi anladık, saçım kadar bıyıklar falan. Ama bu kadar zoom'lamayın bari, adamın bıyıklarını tel tel görmeme gerek yok, ya da Maraz Ali'nin sakalını, burnunun içini veya makyajcı kızınızın kapatmayı 235209732 bölümdür beceremediği sivilceleri, aktörlerin yüzündeki lekeleri...


Bir de şu sözde Yunan aksanıyla Türkçe konuşan karakterler meselesi var. Ortaokulda sınıf sussun diye tahtaya uzun tırnaklarını geçirip o dayanılmaz sesi çıkartan Frau Geiger'i hatırlatıyorlar bana. Daha doğrusu onlar konuştukça aynı o tahtadan çıkan sesin bende yarattığı etki oluşuyor, yıllar sonra.
Öte yandan 1986'da adamlar Top Gun diye bir film çevirdi biliyorsunuz. Halen efsanedir benim için. Bu filmde aksiyon sahneleri gerçekçi olsun diye Amerikan Hava Kuvvetleri'nden danışmanlar çağrıldı. Bu adamlara filmde görev yapmaları için para ödendi ve senaryoda istedikleri yeri değiştirme hakkı verildi. Örneğin bir sahnede Maverick daha önce bir Mig'le karşılaştığında, Mig'in şimdi adını hatırlamadığım bir manevra yaptığını söyler ve buna sınıfta kimse inanmaz. Oysa filmin başındaki dogfight sahnesinde izleyiciye bu manevra gösterilmiştir. Bu diyalog tamamen bahsi geçen danışmanların fikridir.


Veya Enemy at the Gate'i ele alalım. Son derece gerçekçi bir film. Ed Harris'in silahın dürbününden bakarken nefes alış verişi geliyor aklıma her seferinde ve tetiği çekmeden önce nefesini tutuşu, silah sarsılmasın diye...


Tamam bunların bütçesiyle Adanalı'nın bütçesini karşılaştıramayız. Elbette Adanalı'dan kimse bu tip performanslar beklemiyor, ben dahil... Ancak biraz özen gösterilsin bari, bu kadar aptal yerine koyulmasın insanlar. Hiç mi izlemiyorsun ey yönetmen kardeş? Çektiklerini oturup hiç mi izlemiyorsun yayına hazır damgası basmadan evvel? Nasıl utanmıyorsun onu anlamıyorum. Muhtemelen sen hiç film izlememişsin, CNBC-E'de dizi izlememişsin hayatında. O da nasıl oluyor anlamıyorum gerçi ya! Bu kadar klişeyle ve yabancı filmlerden, dizilerden kopyalanmış sahneyle, senaryoyla uğraşıyorsun ama ortaya çıkan mal bu kadar kötü. İkisini insan yan yana koyar izler. Bir bakar, karşılaştırır "ulan biz bunu buradan yürüttük ama nasıl olmuş acaba becerebilmiş miyiz" diye düşünür! Nerdeee?! "Nasıl olsa izliyor millet, yutuyorlar... Koymuşum sanatına, paramı alıyorum ya daha ne uğraşayım canım!"

Bugün herhangi iki epik filmi alın, konuları, akışları, karakter yapıları çok büyük benzerlik gösterir. Bu benim teorim değil, vaktinde Claude Levi Strauss yazmış.(Claude Lévi-Strauss, The Raw and the Cooked: Introduction to a Science of Mythology, trans. John and Doreen Weightman, Jonathan Cape, London, 1969). Üniversitede karşılaştırmıştık Lord of the Rings ve Star Wars serisini. Doğru çıkmıştı adamın söyledikleri. Dolayısıyla klişe film diye eleştiremeyiz hiç bir yapıtı. Bir bilim kurgu film için Sinema.com sitesindeki yazarlardan biri, "çok klişe. yine uzaylılarla ilgili bir film" gibi bir yorumda bulunmuştu. Ben de dayanamadım tabi, nazikçe ifade etmeye çalıştım kendisine, bunun bir klişe olmadığını, böyle bir film türü olduğunu ve bu türlerin her birine Genre denildiğini ancak kendisinin muhtemelen boynuna sardığı entel fulardan mütevellit bu jargona zaten haiz olduğunu, "okuduğunuz ve zaman ayırdığınız için teşekkür ederim"... (ilgilenenler için bahsi geçen sinema.com köşesi: http://www.sinema.com/makale/2-7616/kehanet-turun-butun-kliseleri-bir-arada ; ve benim konuya dair yorumum da yorumlar arasında whiterussian adı altında. Okuyun, eğlenirsiniz eminim)

Diyeceğim şu ki, klişe filmler kötü değildir. Avatar da klişelerle doludur ama muhteşem bir filmdir. Klişeleri o kadar güzel işlemiştir ki, gözümüze batmaz, filmin neresinde ne olacağını gayet iyi bilmemize rağmen merakla o sahnelerin teker teker gelmesini isteriz karşımıza. İzledikçe hayran oluruz... Fenerbahçe'nin 3 sene önce Inter'e attığı muhteşem Deivid volesini stada gidip maçta görmüş olmanıza rağmen, eve gelip her kanalda ayrı ayrı, tekrar tekrar izlemekten farksızdır bu. Ne olacağını bilirsiniz, ezberlemişsinizdir o harika vuruşu... Ama o kadar güzel ve eşsizdir ki defalarca izlemek istersiniz. O yüzden Adanalı'nın bana batan tarafı klişeleri değil. Bu klişeleri bugüne kadar gördüğüm en kötü uygulayan yapım olması. Klişe bir şeylere kalkışacaksanız, daha önce yapılan kadar iyi birşey çıkartamazsanız ortaya, yandınız demektir. Adanalı her sahnesiyle, her diyaloğuyla, her aksiyon denemesiyle çuvallıyor bilmem kaç sezondur.

Birileri artık bu işkenceyi bitirsin ne olur. Hadi ben beğenmiyorum, izlemiyorum, işkence olup olmaması tamamen elimde yani. Ama yazıktır bunca oyuncuya, bilhassa Oktay Kaynarca'ya... Sözleşmesi var diye gıkını çıkartamıyor adam (gıkının çıkmamasını buna yormak istiyorum!) ama herhalde böyle saçma sahnelerde rol almak onu da üzüyordur. Öldürün Adanalı'yı, ya da Maraz Ali'yi... Klişe olsun diye de aynı anda öldürün... Ali'nin sevgilisi bebekle kaçsın maçsın bir şeyler yapsın, doğsun bebek adı Ali koyulsun. Sonra Safiye Sofia'yla (evet göbek adı Safiye'ymiş) birisi evlensin, onların da çocuğu olsun, bu çocuklar kanka olsun, devir daim devam etsin. Sen sağ, ben selamet, dizi bitsin herkes kurtulsun....


P.S: Böyle kızgın olduğum konularda yazarken çok dağılıyor mevzu, farkındayım. Kusura bakmayın lütfen, anladınız siz..



4 yorum:

  1. Anladik Eddiecigim anladik, dagilirsa dagilsin konu...kizma sen :)

    YanıtlaSil
  2. sen tabi oralarda uzaksin bu iskenceye, konusuyorsun rahat rahat :))

    neyse.. sakin olmaliyim..1..2..3..4.....10 tamam, gecti, iyiyim... :)

    YanıtlaSil
  3. Adanali'ya hic bakmadim. Ama Ezel'i o kadar cok duydum, o kadar yakin arkadaslarimdan dinleyip sasaladim ki, youtube'dan baktim ilk 3-5 bolume..Bazi sahneler iyi gercekten, Tuncel Kurtiz'e de can kurban..Ama sanirim sorun bulasici, zira iyi baslayan dizide bile tepede yanan neonlar gibi gorunuyor 5, hadi bilemedin 10 bolum sonra kliselerin baslayacagi...Nerde keseceklerini bilmiyorlar ya bir de...

    YanıtlaSil
  4. Ezel bence de iyi. Onunla ilgili de birşeyler söyleyecektim bu yazıda aslında ama Adanalı'ya takılıp kaldım. Ezel en azından klişeye girse bile bunları görmeye alışık olduğumuz şekilde, formatta sunabiliyor, belirli bir kaliteyi yansıtabiliyor. Batmıyor öyle olunca da.

    Korkum şu ki, Ezel gibi bir senaryo bir sezondan fazla sürmemeli. Sürerse kesin cılkı çıkar ve hiçbir anlamı kalmaz. Fakat işte bizimkiler nerede duracagını bilmez aynen senin soyledigin gibi...

    YanıtlaSil