5 Şubat 2010 Cuma

Fenerbahçe'ye bir haller oluyor!

İlk yarıyı lider kapamış olmasına rağmen ligin devre arası tam zamanında Fenerbahçe'nin imdadına yetişmişti. Ne takım kondisyonu, ne istek, ne de takım için organizasyon izleyenleri tatmin etmiyordu. Açıkçası bu görüntü doğru yerlere doğru transferler yapılmazsa ikinci yarıda da devam edecek gibi gözüküyordu. Tüm bunların üzerine bir de daha devre arası kampı başlamadan Önder ve Kazım olayları patlak verdi. Takımın neredeyse tek yerli stoperi durumundaki Önder'in kadro dışı kalmasıyla, Bilica ve Lugano'nun kart görme potansiyeli göz önüne alındığında Fenerbahçe'nin acilen kapatması gereken gereken çok önemli bir cephe daha açılmıştı. Kazım zaten yerini Mehmet Topuz'a çoktan kaptırmış gibiydi ancak yine de Topuz'un henüz istenilen performansa ulaşmamış olması Toulouse a kiralık giden Kazım'ı da zorlu geçecek ikinci yarıda aranılan bir adam haline getirebilirdi. Semih'in sözleşme sorunsalı ve yine basında dönen onca isme rağmen tamamlanabilen tek transferin Trabzon'da sorunlar yaşayan ve pek de başarılı olamayan Gökhan Ünal olması da bunlara eklenince Fenerbahçe'nin devre arasında iyiden iyiye gerde kaldığı düşünüldü. Bu şekilde değil şampiyon olmak, Şampiyonlar Ligi vizesi almak bile çok zor gözüküyordu. Üstelik bu sorunlar devam ederken en büyük rakip Galatasaray Haldun Üstünel önderliğinde İngiltere Premier Ligi'ni ablukaya alıp arka arkaya bir dönemler Fenerbahçe taraftarının kendi takımlarında görmeye alışık olduğu transfer bombalarını patlatıyordu, önce Jo akabinde de Giovanni dos Santos ile. İyi olduğu zaman da, kötü olduğu zaman da spor medyasının bir numaralı gündem maddesi olan Fenerbahçe bu değişmez ünvanını ezeli rakibi Galatasaray'a kaptırmıştı. Özetle, ligin ikinci yarısı Ziraat Türkiye Kupası karşılaşmalarıyla başlarken Fenerbahçe'nin lider olmasına rağmen, fikstür avantajı var denmesine rağmen rakiplerine kıyasla kağıt üzerindeki durumu hiç mi hiç iyi değildi.

Ancak Ziraat Türkiye Kupası karşılaşmaları ve akabinde berbat bir zeminde oynanan Denizli maçı beklentileri çürütür nitelikte çıkınca herkes şöyle bir kıpırdanmaya, doğrulmaya başladı oturduğu koltukta. Bir şeyler oluyordu takımda ama ne? Ziraat Kupası maçları zaten zayıf rakiplerleydi ve takım zaten üst turu garantilemişti. Denizli maçı da son dakika golleriyle kurtarılmıştı zaten. Tamam belki mücadele gücü yüksekti takımın ama böyle berbat bir zemindeki oyuna iyi niyete rağmen futbol demek mümkün değildi. Fakat Sivas'taki 5 gol, üzerine Bursaspor karşısındaki muhteşem ilk devre performansı ve 3-0'lık galibiyet Fenerbahçe'nin yeniden ciddi şekilde mercek altına alınmasını gerektirdi. Zira ilk devre Fenerbahçe adıyla oynayan takım bu değildi; transfer yapılmadan neredeyse bütün takım değişmişti. Ben de bu değişimi ve sebeplerini düşündüm dün akşam Bursa karşılaşmasını izlerken. Notlar aldım ve bu Fenerbahçe'yle ligin ilk yarısındaki veya önceki senelerdeki Fenerbahçe arasında ne farklar var belirlemeye çalıştım. Sonuç şöyle çıktı:

1- İstek:  İstek her futbolcuda var olan hırsı ortaya çıkaran ve sahaya yansıtmasını sağlayan esas faktördür.  Fenerbahçe'li futbolcular son 4 maçtır çok istekli olduklarını gösterdiler. Soru şu: Bu istek maçtan maça gelişen bir istek mi yoksa daha uzun bir hedefi mi var bu isteğin, şampiyonluk gibi...?

2- Tempo: Bir takım isteksiz oyunculardan oluşuyorsa o takıma tempo yaptırmanız mümkün değildir. Adam zaten koşmak istemiyor ki çabuk oynayabilsin. Ligin ilk 17 maçında izlediğimiz Fenerbahçe yıllardır alışılagelmiş temposuz oyunu oynuyordu. Maçlar kazanıldığı zaman aynı temposuz oyuna "ayağa pas" ya da "sabırlı hücum" adı veriyorduk ama aslında açık ve net bir şekilde bunun adı "temposuz" oyundu. İki hafta önce çamur deryası bir zeminde oynanan Denizli karşılaşmasıyla ilgili yazımda Fenerbahçe'nin çok tempolu oynadığını, rakip ceza sahasını ablukaya aldığını yazmıştım. Ancak bunu genel oyun karakterindeki bir değişikliğe değil, zeminin Fenerbahçe'nin alışılmış ağır pas trafiğine müsaade etmeyen haline bağlamıştım. Sivas ve Bursaspor karşılaşmalarını izledikten sonra bu durumun gerçekten de oyun karakterindeki bir değişiklik olma ihtimalini değerlendirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Fenerbahçe'nin Bursaspor karşısında oynadığı ilk 45 dakikalık temposuna ayak uydurmak Türkiye'deki takımlar için hayli zor olacak. Özellikle de düzgün bir zeminde Saraçoğlu'nda oynanan karşılaşmalarda...


Semih Şentürk topu iki Bursaspor'lu oyuncudan kurtarmaya çalışıyor.

3- Semih Şentürk: Semih'in devre arasında sözleşmesinden dolayı kulüp yönetimiyle yaşadığı problemler "Semih sezon sonu yolcu" düşüncesini uyandırdı çoğumuzda. Dolayısıyla da Semih'in ligin ikinci yarısında Fenerbahçe'ye bir katkı sağlamayacağını düşündük. Ancak Semih'in son haftalardaki performansı 2008 yaz aylarından kalma İsviçre ve Avusturya anılarını canlandırdı bir anda. İleriye oynanan her topu sakladı, arkadaşlarına kazandırdı, rakip defansı fena halde yıprattı, yetmedi gol de attı Semih. Sezon sonunda sözleşmesi bitecek mi, kalacak mı, gidecek mi bilemeyiz. Ancak Semih bize bu takımı ve bu kulübü ne kadar çok sevdiğini bir kez daha gösterdi.

4- Sorumluluk ve Alex'sizlik: Yanlış anlaşılmasın, Alex'sizlik derken Alex'in sahada olmama durumundan bahsetmiyorum. Alex sahadayken de Alex'siz oynamayı bilmekten bahsediyorum. Alex çok büyük bir oyuncu ve takım üzerinde kaptanlığın da verdiği ağırlıkla birlikte büyük bir etkisi var. Yıllardır bütün oyuncular top kendilerindeyken önce Alex'i arıyorlar sahada. Bu durum öncelikle Alex'i fazla yoruyor ve topla esas etkili olacağı bölgelerde iş yapmasını engelliyor. Ayrıca Fenerbahçe'yi kolay kontrol edilebilir bir takım haline getiriyor. Ancak görünen o ki işler değişmiş Fenerbahçe'de. Artık bireysel yeteneklerinin ne kadar üst düzeyde olduğunu bildiğimiz oyuncular bu yeteneklerini takım için sahaya yansıtmaya başlamışlar. Karşılarına bir rakip oyuncu geldiğinde ne durumda olduğuna bakmadan hemen en yakın adama topu atıp sorumluluktan kaçmaya çalışan oyuncular gitmiş, yerine rakibi geçmeye çalışan, topu en uygun durumdaki arkadaşına iletmeye çalışan ve bunun için gerekirse 40-50 metrelik paslar deneyen oyuncular gelmiş. Sanırım bunun öncüsü de Özer ve Emre oldu. Bu iki oyuncu Alex sahadayken de sahada yokken de sorumluluktan kaçmadıklarını bize ligin ilk yarısında da göstermeye çalıştı. Şimdi yanlarına Santos, Uğur, Semih ve Christian da eklenince, artık Alex topla orta saha yuvarlağında değil, arkadaşları topu rakip ceza sahasına getirdikten sonra buluşmaya başladı. Bu da Alex'in yaratıcı özelliklerini daha fazla kullanabilmesini ve takımın daha çok pozisyon bulmasını sağlıyor.


Kondisyon ve motivasyon ustaları Daum & Koch

5- Kondisyon: Daum ve Koch'un takımlarının maçların 70. dakikasından sonra rakiplerine üstünlük sağlamaları bilinen bir durumdur. Hatta Daum'un önceki Fenerbahçe deneyiminde bu durum istatistiklerle de kanıtlanmıştı. Fenerbahçe'nin attığı gollerin büyük bölümü karşılaşmaların son 30 dakikalık bölümlerinde geliyordu. Neredeyse ilk yarıları izlemeye stada gelmeyecekti taraftar o dönemde, "nasıl olsa ikinci yarı atıyoruz golleri" diye. Daum ve Koch'un takıma getirdikleri bu çok önemli artı yukarıda saydığımız diğer maddelerin varolmasını sağlayan esas faktördür. Güçsüz takımlar istekli olsalar da mücadele güçleri zayıf kalır. Kondisyonunuz eksikse 15 dakika tempo yaparsınız, ancak sonrasında topa vuracak gücünüz bile kalmaz, mecburen sorumluluktan kaçmaya başlarsınız. Kondisyonu yüksek oyuncular da tıpkı güçsüz oyuncular gibi durumlarının bilincindedir; bu yüzden de kendine güvenleri yerindedir. Ne yapabileceklerini çok iyi bilirler ve bunları sahada göstermeye gayret ederler. İyi oynadıkça daha da istekli, iştahlı oynamaya başlarlar. Takıma yükledikleri enerji ve motivasyonla kim ne derse desin ligin ikinci yarısının hemen başındaki bu tadından yenmez Fenerbahçe performansının esas mimarları Daum ve Koch'tur.

Fenerbahçe'nin taktik yapısı ve oyuncu zihniyetinde ligin ilk yarısına göre oluşan temel farklar yukarıda saydıklarım gibi gözüküyor. Açıkçası takımda gördüğüm başka farklar da var Ancak bunları gözlemlemek ve kesin yargıya varmak için bir kaç hafta daha geçmesinin doğru olacağını düşünüyorum. Sanırım Christoph Daum'un ikinci yarı için çok basit bir planı var. İlk yarıda kimselerin beğenmediği bir futbol oynamasına rağmen devreyi lider kapattı Fenerbahçe. Bunu da tamamen ligin ilk maçlarını puan kaybı olmaksızın geçmesine borçlu. Eğer Fenerbahçe buna benzer bir devre daha oynayabilirse ligi şampiyon olarak kapatacak. Yani o 8 maçta 8 galibiyet serisine benzer bir seri daha yakalarsa hem rakipler yıpranacak, hem de liderlik korunacak. Dolayısıyla sanırım Daum takıma tıpkı sezon başında olduğu gibi müthiş bir kondisyon yüklemesi yapmaya ve ikinci devreye de tıpkı ilk devre olduğu gibi erken form tutmak suretiyle hızlı başlamak istedi. Eğer takım Mart sonuna kadar kayıpsız gelebilirse havaların ve -umuyoruz- zeminin de düzelmesiyle ligin son haftalarına puan ve moral avantajıyla girebilir. Evdeki hesabın çarşıya uyup uymayacağını göreceğiz. Ancak bir futbolsever olarak Fenerbahçe'nin bu hızlı ve bol pozisyonlu oyununun devam etmesi en büyük dileğim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder